Tomorrow

Sol Ayağım, Sol Yanım, Umutlarım

Sol Ayağım, Sol Yanım, Umutlarım

“Dikkatimi bu kadar çeken şey tebeşirdi. Uzun, ince sapsarı bir çubuktu. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim. Tahtanın siyah yüzeyinde öyle belirgindi ki altın bir çubuk gibi etkilemişti beni. Birden kız kardeşimin yaptığı şeyi yapmayı çok istedim. Sonra, ne yaptığımı tam olarak düşünmeden ve bilmeden kardeşimin eline uzanıp tebeşiri ondan aldım; sol ayağımla…”

bu sözleri Dublin’li bir duvarcının yirmi iki çocuğu içinden hayatta kalmayı başaran on üçünden biri olarak doğan Christy Brown, 1954 yılında “Sol Ayağım” orjinal ismi ile “My Left Foot” kitabında kaleme aldı. Christy Brown’un kendi hayatından yola çıkarak kaleme aldığı eser, roman türünde yazılmış bir otobiyografi olarak okurlarıyla buluştuğunda onca karanlık odası, onca umutsuz yaşanmışlığı olan bu dünya için bir mum daha yakılmış oldu. Geçirdiği beyin felcinden dolayı doğumundan itibaren beş yaşına gelene kadar bedensel ve zihinsel olarak hiçbir gelişim gösteremeyen, ancak mücadele dolu hayatını kullanabildiği tek uzvu sol ayağı ile yeniden şekillendiren Christy Brown, tüm engellere rağmen nasıl büyük bir azim gösterdiğini; böylece zamanla konuşmayı, okumayı, yazmayı ve hatta ayak parmaklarıyla resim yapmayı nasıl öğrendiğini büyük bir coşku ve zafer duygusuyla eserinde paylaştı.

Christy Brown’un hikayesinde etrafında fakirliğine aldırmaksızın eğlenen kardeşlerinin umutlarını, gülüşlerini izlerken yaşamayı nasıl tattığını biz de hissediyoruz. Hareketsiz bedeni ile yalnızca olan biteni izlerken hayata karışmak için olan isteğine karşın başaramamanın çaresizliği, o taş sokaklarda yalın ayak koşan çocuklara katılabilmesi için hurdadan bozma bir bebek arabasına mahkumiyeti ve araba kırıldığında içine düştüğü yokluk hissi ile tanışıyoruz. Hayattaki en büyük şansı doktorların dahi ona umut bağlamamasını, başka bir deyişle Christy’nin bir insan olduğunu unutmasını, hatta yalnızca karnı doyurulacak, yıkanacak ve sonra bir kenara bırakılacak bir şey olduğunu söylemelerine rağmen ondan asla vazgeçmeyen bir anneye sahip olmasıydı. Önce hayata tutunmasını sağlayan sol ayağı ile A harfini yazmayı başaran sonrasında ise okuma yazmayı öğrenip, bir kurşun asker oyuncağını boyarken resim çizme kabiliyeti keşfedilen Christy, yıllar sonra konuşabilmeyi başardı. Azim dolu ve son anına kadar savaşını sürdürdüğü hayatını insanlara ilham vermesi için bizlere ulaştırdı.

Christy’nin resimlerine biraz yakından bakınca, tanıdık birçok detayla karşılaşırız. Çalışmayan Christy’nin aklı, duyguları, algıları, hayalleri değildir, çalışmayan ve onu taşıyamayan iskeletidir. Bugün dünya üzerinde yaşayan onlarca insan iskeleti kendini taşır, salt sol ayağı değil tüm bedeni bir saat gibi çalışırken; aklını, duygularını, hayallerini tıpkı Christy’nin henüz umudunu keşfetmeyen zamanları gibi taş kesmiş, kendine sağır, dünyaya dilsiz olduğunu görmediniz mi? Eğer görmediyseniz siz de kör olmuşsunuzdur belki de akıp giden yaşama. Engellerimiz bizi yaşatmaz, engellerimiz bizi yok  eder, hiçleştirir.

Bu hayattaki en büyük zenginliğimiz biriktirdiklerimiz… Kimimiz dost, kimimiz neşe kimimiz keder yükleniriz bu hayatta. Yüreğimizdeki yüzler aslında tek bir yüze dönüşmez mi ömrün sonunda, anlamlarını bilmeden dinleyip sevdiğimiz şarkılarda sesin kıvrılıp büküldüğü yerde ıslanmaz mı gözlerimiz.. Ne çabuk dağılıyor düşüncelerimiz, ne kolay yıkılıyor inançlarımız, ne kadar sık değişiyor kararlarımız, her şeyi ne kadar çabuk unutuyoruz, her şeye ne çabuk alışıyoruz… Nasıl da insanız hepimiz o resmin içinde, nasıl da aynıyız.

Durmadan kendimizden bahsediyoruz çoğu zaman. Christy’nin susmak için koca bir ömrü, dinlemek içinse ayları belki de yılları vardı. Oysa ki insanların çoğunun kendisinden bahsetmeye dahi tahammülü olmayan zamanlardayız. Öyle sık değişiyor ki günlük yaşam cephelerimiz, bunun bir savaş olduğunu anlamakta bile güçlük çekiyoruz farketmeden. Bir sol ayak bile yetiyorken o savaşı hakkıyla kazanmaya, bizler kendimizi çok ciddiye almaktan yorgunuz.

Christy Brown kitabında elindekiyle yetinmek yerine umut etmeyi, mücadeleyi bırakmamayı gerçek bir hayat hikayesi ile bizlere sunuyor. Çünkü kitabı gören gözlerle okuyup, yalnızca bir sol ayakla çizilen resme güneşin umut suyuyla demlenen ışıklarıyla bakınca; hayatın sadece bize verilen ya da sahip olduklarımız kadarı olmadığını, aslında hayatın sahip olduklarımızın dışında kalanlar olduğunu daha iyi anlarız.

Payımıza düşene razı mıyız? Yoksa kazanılacak savaşlar, aşılacak engeller yok mu önümüzde?

Bizler hayatın makul çocuklarıyız. Sol yanımız nasıl ki taşıyorsa onca yaşanmışlığı, sol ayağımız üzerinde dünyanın bir ucundan bir ucuna taşıyabiliriz bir ömür dolusu yükümüzü de. Eğer Christy kendisi için bu savaşa cesaret etmeseydi, böyle birinin bu hayattan geçtiğini bilemezdik bile. Bu sebepten, umut etmekten korkmadan yaşama alçak gönüllü bir parantez açma zamanıdır. Kendimizi keşfetme, büyük ya da küçük o savaşı verebilme gücünü hissetme günüdür artık.

Christy Brown, “Acı çeken bu insanları gördükçe, zihnimde yeni bir ışık yandı. Dehşete kapıldım, dünyada bu kadar çok acı çeken insan olduğunu bilmiyordum. Kendini küçük kabuğuna hapsetmiş bir salyangoz gibi, dışardaki kalabalık dünyayı yeni yeni görmeye başlıyordum. Beni asıl şaşırtan şey, bunca insanın sakat olması değildi. Beni şaşırtan şey, çoğunun durumunun benimkinden daha kötü olmasıydı.” sözleriyle, dayanılmaz ağrılar çektiği tedavi sürecinde bile hayallarini gerçekleştirememiş, tüm gücünü bir kırık kalbe hapsetmiş nice insanın acıları ile yarışamadığını söylüyor bizlere. Hüzünleri üzerine kağıtlar gibi ağırlık koyan nice insan… vakitsiz bir gözyaşı olmasın diye.

Kaç kişi var etrafınızda kimbilir, sitemlidir Cahit Sıtkı Tarancı’ya.. 35 yaşında, ama daha ne yaşadım ki yarısında olayım hayatın, diyen. Ama bir ucundan tuttuğumuz kesin. Lunaparktaki atlar gibi bir yere gidiyormuş gibi, ama yerimizde saydığımız onca yaş, onca zaman… Bir tek sol ayak bunca mucizeyi başarabilmişse biz topyekün nelerin üstesinden geliriz? Vaktidir!

Bu yazıyı paylaş: