Portre: Sait Faik Abasıyanık
1906 yılında Adapazarı’nda doğan Sait Faik, edebiyat dünyasına getirdiği yeniliklerle ve derin duyarlılığıyla Türk edebiyatının köşe taşlarından biri olarak kabul edilir.
Sait Faik’in yazı hayatı, geleneksel hikaye anlatımını yıkarak başladı. Kendine özgü üslubu ve duyarlılığıyla, klasik öykü tekniğini aşarak doğayı ve insanları samimi, basit, ama bir o kadar da şiirsel bir dille anlattı. Modern Türk hikâyeciliğinin öncülerinden olan Sait Faik, getirdiği yenilikler nedeniyle, “kökü kendisinde olan” bir yazar olarak kabul edilir. Romanlarında ve öykülerinde genellikle şehirli alt sınıfın hayatını, balıkçıları, işsizleri, tacirleri, kıraathane sahiplerini konu aldı.
Sait Faik’in eserleri, insanın hakikatini anlamaya çalıştığı bir yolculuğun ürünüdür. Onun hikayeleri, insana dair derin bir içgörü ve duyarlılıkla doludur. Hikayelerindeki karakterler, insanın iç dünyasını keşfetmeye yönelik birer araçtır ve onun kelimeleriyle canlanır.
Yazarın kendine has bir dili vardır ve eserlerindeki betimlemeler ve duygusal derinlik, okuyucuyu doğrudan etkiler. Sait Faik’in eserleri, yaşamın zorluklarına ve güzelliklerine duyduğu derin sevgiyi ve anlayışı yansıtır. 11 Mayıs 1954’te vefat etmiştir. Ölümünün ardından Burgaz Adası’ndaki evi müzeye dönüştürülmüş ve her yıl Sait Faik Hikâye Armağanı verilerek onun anısına edebiyat dünyasına katkı sağlanmaktadır.
İşte Sait Faik’ten bazı alıntılar:
“Ben denizi niçin bu kadar çok seviyorum biliyor musunuz? Deniz bana insanları düşündürüyor. İnsanları seviyorum da onun için. Ama denizi sevmek başka. Deniz güzel. Deniz acayip. Deniz dost. Deniz düşman. Deniz her şeydir.”
“Şimdi anlıyorum ki, insanların hikâyeleri yok, yalnız ruhları vardır ve ruhlar hikâye anlatmazlar; hikâyeler bir başka dünyadan gelirler ve insan ruhunu ziyaret ederler.”
“Güzel şeyler hatırlamak, insanı azaplandıran bir şeydir. Şöyle ki, ömrün sonlarına doğru güzellikler, insanın etini yakan ateşler olur.”
Bu yazıyı paylaş: