Olası Dünyaların En İyisi; İyimserlik Çelişkisi
Asıl adı François Marie Arouet olan Fransız yazar ve filozof, tarihte mahlası olan ‘Voltaire’ olarak tanınmıştır. Fransız devrimi ve aydınlanma hareketine büyük katkısı olan Voltaire, 18. yüzyıl Fransa’sında ‘filozoflar’ olarak anılan ve usun üstünlüğüne inanan düşünürlerden birisidir. Paris salonlarında yaradancılığın ateşli bir savunucusu olarak dindar çevrelerin tepkisini çekmiş, İngiltere’ye de düşünce özgürlüğüne izin verdiği için ilgi duymuştur. Zorbalık ve yobazlıkla yılmadan mücadele etmiş, eleştiri yeteneği, keskin zekâsı ve yergileriyle devrim çağının hemen öncesinde Avrupa uygarlığının gelişimini etkilemiştir. 1734 yılında yayınladığı Felsefe Mektupları (Lettres philosophiques) adlı eserinde Newton’ı öven mektuplarını Pascal’a yönelik bir saldırıyla sona erdirirken, yaşamın amacının nedamet (pişmanlık) yoluyla cennete ulaşmak değil, bilim ve sanatta ilerleyerek bütün insanların mutluluğunu sağlamak olduğunu savunmuştur.
Yaşamı boyunca Fransa’dan İngiltere’ye, Almanya’dan İsviçre’ye bir çok farklı ülke kültürü ile tanışan Voltaire, 1759 yılında yazdığı Candide Yahut İyimserlik (Candide ou de l’optimisme) pikaresk türünde olan en önemli yapıtlarından biridir. Voltaire eserini dünyadaki acıların birer zorunluluk olduğunu ve Tanrının bundan daha iyi bir dünya yaratmasının mümkün olmadığını ileri süren Leibniz’in iyimserlik felsefesini eleştirmek için yazmıştır. Voltaire, eserinde Leibniz’in temel felsefi düşüncelerini acımasızca hicvederken, eserindeki ana kahramanların yaşadığı bitmek tükenmek bilmeyen olumsuzluklar zinciri boyunca Leibniz’in “Bu dünya mümkün olan dünyaların en iyisidir.” ve “Olası dünyaların en iyisinde bütün olaylar birbirine bağlıdır.” düşünceleri sıkça eleştirmekte ve alaya almaktadır. Ayrıca Leibniz’in ortaya koyduğu yeter sebep ilkesi (olan herhangi bir şeyin olduğu şekilde olmasının nedeni başka türlü olamayacak olması) de yine kara mizah yoluyla eleştirilerden payına düşeni almıştır. Volteire, Candide’i yazdığı dönemde devlet ve kiliseyi eleştirdiği için Fransa’dan sürgün edilir. Yaşadığı sorunların katkısıyla yarattığı karakter Candide, toplumun da temsili olmuştur. Bir çok yerde Candide, Voltaire’in dünyaya olan eleştirel bakışını alaycı bir dille açığa vuran bir eser olarak anılmaktadır. Ülkeleri, kralları, ulusların adetlerini ve geleneklerini, kendi çağının insan karakterini alaycı bir yaklaşımla ele alan Voltaire, bu eseriyle kendi döneminin dünyası hakkında dikkate değer bilgiler vermektedir. Kitap, aslında Voltaire’in Candide (Türkçe anlamı saf beyaz ve temiz olandır) adını verdiği kahramanın hayatında başına gelen yarı gülünç yarı trajik olayların anlatıldığı satirik bir eserdir. Bu serüven kitabı, aynı zamanda iyimser dünya görüşüne; “her şey olacağına varır” yaklaşımına olan inanca bir eleştiridir.
Eserdeki ana kahramanlardan filozof Pangloss, Leibniz’i temsil etmektedir. Pangloss, serüven boyunca başına ne kötülük gelirse gelsin asla düşüncelerinden vazgeçmemektedir. Candide ise Pangloss’un öğrencisidir fakat başına gelen her şeyin sebebini sorgulamakta ve yolculuk boyunca dünyada insanların gerçekten mutlu olup olamayacaklarını araştırmaktadır. Başına gelen olaylara rağmen iyimserliğini devamlı korumaya çalışmış ama sorgulamaktan ve tartışmaktan asla vazgeçmemiştir. Leibniz, tüm bunların yanında ‘sanatsal analoji’ diye bir tanım ortaya atarak, bu bağlamda dünyayı bir sanat eseri olarak düşünmeye başlamıştır. Büyük resimde beliren karanlık noktaları ve gölgeleri bir kusur olarak görmemiş; onları merkez sahada beliren aydınlığın, güzelliğin, iyiliğin habercisi olarak nitelendirmiş, kötülüğü de aynı şekilde bir yere oturtarak bu kanıya varmıştır.
Voltaire ise tam bu devrede araya girmiş, sanatsal analojiye karşı çıkmış ve karanlıklarla gölgelerin koca bir leke olduğunu söylemiştir. Voltaire Leibniz’in kötülük problemiyle ilgili ortaya koyduğu argümanlarla kitap boyunca Martin kılığında dalga geçmiş ve onun felsefesini alaycı bir üslupla çürütmeye çalışmıştır. Leibniz’in mükemmel olarak tasvir ettiği, düşler ülkesi olan Eldorado’nun bir ütopyadan ibaret olduğunu, Leibniz’in burada Tanrı’yı sınırlandırdığını belirterek eleştirmiştir. Ona göre Tanrı istese daha iyi olan başka bir dünya yaratabilir. Bu yüzden Leibniz gibi düşünmenin toplumu kaderin razılığına ittiğini, bunu aşmanın ilk basamağının da hâlihazırdaki dünya sisteminin daha iyisinin mümkünlüğünü kabul etmekle oluşacağını öngörmüştür.
Eserde, her şeyin mükemmel olduğunu anlata anlata bitiremeyen Pangloss’a, Anababtist Jacques adlı karakter şöyle karşılık vermiştir: “İnsanlar da doğayı biraz bozmuş olmalılar. Çünkü insanlar kurt doğmadıkları halde kurt olmuşlar. Tanrı onlara ne yirmi dörtlük top ne de süngü verdi. Oysa onlar birbirlerini yok etmek için süngüler, toplar yaptılar…” Bugüne yüzümüzü döndüğümüzde yaratılan su ve toprağı paylaşamayan biz insanlar, topraktan çıkan demiri önce ok ve mızrağa sonra da top ve silaha dönüştüren biz insanlar, ormandaki ağaçtan kendi celladı baltayı, uçsun diye kanat verilen bülbüle o kafesi yapan biz insanlar… değil miyiz. Öyle güç budalasıdır ki insan, kendi bastığı dalı keserken bile, kendi toprağı yanarken bile, kendi evi sulara gömüldüğünde bile bulur bir ego merkezi. Yazık ki görmez olur gözleri, söylemez olur dilleri yaşanılan onca acıyı, kederi.
Volteire için kötülüğün birçok yüzü vardır ama en korkuncu doğadan gelen ve insanların önleyemedikleridir. Depremler, fırtınalar, heyelanlar… işte bunların karşısında insan çok çaresizdir. Ne var ki, insanların sorumlu oldukları kötülükler de hep bunlara eklenir; savaş, adaletsizlik, kölelik, tecavüz, ırkçılık, işte tüm bunlar da insanların eseridir. Bu deneyimler Candide’nin iyimser inancını aşama aşama aşındırsa da kendisi ve arkadaşları, başka türlü kasvetli bir ortamda onlara umut veren bir hayatta kalma içgüdüsü sergilemeyi sürdürmüştür.
Candide her şeye inanan ve her şeyi ilgiyle dinleyen bir karakterdir. Adından gelen saflık Candide’nin tüm damarlarında gezer. Çok sevip de bir türlü söyleyemediği Matmazel Cunegonde sonunda kavuştuklarında hiç birşey hayal ettiği gibi olmaz. Onca yaşanan badirenin ardından Matmazel Cunegonde eskisi kadar genç ve güzel değildir. Hırçınlaşmıştır. İyimserliği ile ilk zamanlar Candide’e yol götermeye çalışan Pangloss ise Alman üniversitelerinden birinde kendini gösteremediği için umutsuzluğa kapılmıştır. Martin’e gelince, yaşanan onca macera ve karşılaştığı insan eliyle yapılan kötülüğün ardından, insanın hiçbir yerde mutlu olmadığına kesin olarak inanmıştır. Hepsi birlikte küçük bir çiftlikte basit bir hayata çekildiklerinde, mutluluğun sırrının aşırı idealizmi ve belirsiz metafiziği dışlayan pratik bir felsefe olan “bahçeyi yetiştirmek ” olduğunu keşfederler. Yolları İstanbul’da bir çiftçi ile kesiştiğinde; çiftçi mutluğun sırrının toprakla uğraşmak olduğunu, dünya ile kavgayı bırakıp kendilerine dönmelerini öğütler. Çiftçiye kulak verip ve onun gittiği yoldan gitmeye karar veren Pangloss Candide’e şunları söylemiştir:
“Olası dünyaların en iyisinde bütün olaylar birbirine bağlıdır. Çünkü Matmazel Cunegonde’un aşkı uğruna güzel bir şatodan kovulmasaydınız, engizisyonun işkencesine uğramasaydınız, kılıcınızı Baron’a saplamasaydınız, Eldorado’dan aldığınız koyunları yitirmeseydiniz, şimdi burada turunç reçeliyle fıstık yiyemezdiniz.”
Voltaire’in yarattığı bu eser; topluma ve insanlığa iyiyi ve kötüyü ışık tutacak tarzda aktaran başyapıtlardan biridir. Ülkelerin, ulusların, insanlığın adaletsizliği, felsefi bir masal tarzında aktarılarak çok güçlü bir etki yaratmıştır. Candide, gerek kurgusu, gerek yazım dili bakımından edebiyat dünyası için bir başyapıttır. Çünkü iyimserlik düşüncesinin içine kötümserliği öyle güzel yerleştirmiş ki sonunda onca kötümserliğe rağmen cesaretini de yok etmeyip; iyilik, iyimserlik için olması gerekeni de vurgulayarak hikâyeyi sonlandırmayı başarmıştır.
Küçük insanların büyük gururları olduğunu savunur Voltaire ve insan zeka karşısında eğilirken asıl şefkat karşısında diz çöktüklerini söyler. İnsanın karşısına kötülük etmek fırsatı günde yüz kez, iyilik etmek fırsatı ise yılda bir kez çıkar, sözleri ise belki de bugün dünyayı insan eliyle getirdiğimiz durumun bir ifadesidir. Bu gülünç zayıflığımız belki en vazgeçilmez düşkünlüklerimizden biridir. Çünkü her zaman yere çalmak istediğimiz bir yükü, sürekli taşımaya çalışmaktan, varlığımızdan dehşete düştüğümüz halde, ona bağlanmaktan, kısacası bizi kemiren yılanı kalbimizi yiyinceye kadar okşamaktan daha budalaca bir şey olur mu?
Onca günlük telaşına ve anın yarını düşündürmeyen cazibesine karşılık içinde olduğumuz dünyayı doğruları ve yanlışlarıyla görebilmek insanı olasıklara karşı çevik kılar, çünkü insanlar yarım düşünürlerse yarım yaşarlar. Asıl korkaklık, gücümüzü daha güçsüz olanda kullanma eğilimidir. Doğayı güçsüz görüp sanayiler kuran, betona çeviren insanoğlu, felaketler karşısında çaresiz kalır. Dünya yalnız insanların değil üzerindeki her canlınındır.
Onca acı ve keder çığlığı dünyanın farklı yönlerinden yükseldiğinde kulak tıkayan, başka yönlere bakan onca insan.. İyilik ve kötülüğün terazisi beşer eline geçeli, kantarın ayarı şaşmış.. Bir çocuk gülüşüne, bir kelebeğin ömrüne, denizin ruhu okşayan sesine, bir çiçeğin zerafetine emanet edilen umutlar insan eline bırakılacak kadar ucuz değil günümüzde. Voltaire insanlardan beklentilerimizi azaltmanın mutlu olabilmenin tek yolu olduğuna işaret ederken, eğer size kimin hükmettiğini öğrenmek istiyorsanız, sadece kimi eleştirme izniniz olmadığını bulmanızı öğütlüyor. Belki de önce kendinden başlamalı insan gününü kemiren taşları ayıklamak için.
İhtimaller denizinde mutluluğu ararken hayat, hiç teşekkür etmeden alınır, gelişi güzel kullanılır, farkında olmadan yitirilir. Farkında olmak her zaman en iyisidir. Eğer Voltaire haklıysa, iyimserlik kisvesi altında, insanoğluna emanet edilen her tür dünyevi nizamdaki gerçeklerin arkasında kaçınılmaz şekilde, çelişkiler var sonunda.
Teşekkürler,
Onur Korucu
Bu yazıyı paylaş: