Mobbing ve Etkileyicisi Olan Duygusal Zekâ
İşyerinde psikolojik bir taciz türü olarak bilinen mobbingin, son yıllarda örgüt/kurum psikolojisi alanında üzerinde en yoğun olarak çalışılan konuların başında geldiğini biliyor muydunuz?
Ya da;
Mobbingin sektör, kurum fark etmeksizin iş yaşamının merkezinde meslek, pozisyon, çalışma süresi gibi değişkenler dikkate dahi alınmadan iş veren ve/veya üstler tarafından çalışana yaşatıldığının bilincinde misiniz?
Günümüzde özellikle Covid-19 virüsünün etkisi ile artan işsizlik oranları bunun paralelinde sık görünmeye başlayan ekonomik krizler firmaların küçülmesine hatta kapanmasına yol açmaktadır. Küçülme eğilimine giren firmalar çalışan konusunda daha hassas davranmakta, buda çalışan içi rekabetini arttırmaktadır. İşini kaybetmek istemeyen veya üst pozisyonu başkasına kaptırmak istemeyen çalışanlar ise örgüt içi rekabete girmektedir. Bu tür durumlar ise mobbing davranışlarını ciddi oranda arttırmakta, çalışanın hakkını savunamamasına, susmasına ve pek çok kez psikolojik tükenmelerin yaşanmasına sebebiyet vermektedir. Çalışanların yeni bir iş bulma şansının neredeyse yok denecek noktaya gelişinin farkında olan iş veren ve/veya üstler ise çalışanın üstünde rahatlıkla psikolojik baskı kurabilmektedir. Ortaya çıkan bu boşluk durumu ise çalışanın üstleri tarafından yapılan her türlü olumsuzluğu kabullenmesini, mobbinge rahatça maruz kalabilmelerini sağlamaktadır.
Peki Mobbing nedir? Veya sizde ki mobbing algısı nedir?
Mobbing kelime manası itibari ile bakıldığında, işyerinde çalışanlar ve/veya işverenler, üstler tarafından tekrarlanan saldırılar şeklinde uygulanan bir çeşit psikolojik terör olarak ifade edilmektedir. Kavram ingilizce “mob” kökünden gelmekte olup, kök itibari ile de ‘’kanun dışı şiddet uygulayan düzensiz kalabalık’’ olarak tanımlanmaktadır.
Dolayısıyla iş görenin içerisinde yer aldığı örgütüne karşı veriminin ve motivasyonunun azalmasına yol açan, gittikçe de çalışanda ki aidiyet duygusunda çözülmelere neden olan bir çeşit devamlı yıldırma durumunun olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sizde böylesi bir devamlı yıldırma durumda kişinin duygusal zekâsının en çok etkilendiğini ve bundan dolayı psikolojik down yaşadığını düşünüyor musunuz?
Ya da ;
Mobbinge maruz kalınması noktasında duygusal zekânın etki boyutunun ne derece büyük olduğunu hiç düşündünüz mü?
Hadi bunu da geçelim,
Peki mobbingin çalışanda hem çalışan olarak hem de birey olarak yarattığı, yaratabileceği etkileri ve/yahut tahribatı hiç düşündünüz mü?
Peki Duygusal zekâ dediğimiz şey nedir? Hiç merak ettiniz mi?
Duygusal zekâ (?); kişinin yaşam hedeflerine ulaşmasında, doyum elde etmesinde, problem çözümünde, sağlıklı ve doğru seçimler yapabilmesinde ve vizyon
oluşturabilmesinde yararlanabileceği bir zeka boyutu olmakla beraber bireyin yaşamına büyük ölçüde olumlu anlamda katkıda bulunmaktadır.
Epstein (1999) duygusal zekâyı zihinsel bir beceri olarak tanımlamaktadır. Nitekim önemli olanın sadece duygulara sahip olmak değil, aynı zamanda onların ne anlama geldiğini anlamaktır diyerek, duygunun kişide ki önemini belirtir. Aynı zamanda Epstein (1999) duygu kavramının akıl gerektirdiğini, ancak kişiyi zihinsel sisteme ulaştıran, yaratıcı düşüncelere meydan veren şeyin yine duyguları olduğunu vurgular.
Salovey ve Mayer ise duygusal zekânın, kişinin kendisinin ve başkalarının hislerini gözlemleyip düzenleyebilmesini sağlayarak, hislerini düşünce ve eyleme yol gösterecek şekilde kullanması olduğunu belirtir.
Tam da bu noktada Woodrew Wilson;
‘’Sadece kendi beynimden değil, başkasının beyninden de yararlanıyorum.’’ sözü ile
çıktı karşıma.
Duygusal zekâsını etkin bir şekilde kullanan kişiler, hoşgörü gösterme ve kendilerini kısıtlama becerilerini geliştirmektedir. Bu gibi duygusal zekâ yetenekleri gelişen bireylerde örgüt içi davranışların yönetilmesi, örgütsel sadakat, karşılıklı güven ilişkileri ve bağlılığın oluşması ile örgüt içi yüksek uyumun ortaya çıkması sağlanmaktadır (Sheehan, 1999). Duygusal zekâ kişinin insanlarla ilişkilerinde sağlıklı iletişim kurmasını ve duygularının farkında olmasını kolaylaştırarak, yönetim biçimini de etkilemektedir.
Genel itibari ile iş ortamlarına bakıldığında bireylere yönelik yapılan her türlü psikolojik tacizin kökeninde duyguların ihlal edilmesinin önemli bir etken olduğu gözlenmektedir. Çünkü örgütün verimini azaltan, motivasyonunu indirgeyen ve psikolojik yıldırmayı etkileyen en önemli etmenlerden birisi kişilerde ki duygusal zekâ düzeyleridir.
Duygusal zekâ seviyesi düşük olan çalışanlar ve/veya işverenler karşısında yer aldığı bireyin duygu ve düşüncelerine önem vermediği ve daha çok ben merkeziyetçi bir davranış kalıbının içerisine girerek, huzursuzluğun doğmasına sebep olduğu bilinmektedir. Ben merkeziyetçi yapıya sahip olan birey kişisel duygularını baskın olarak yaşamasından ötürü, karşısındaki bireye psikolojik saldıraya geçerek, mobingin yaşanmasına da neden olmaktadır. Mobingin yaşanması ile aidiyet ve güven duygularının kopuşu başlayarak, hedefsel sapmalar gün yüzüne çıkmaktadır. Mobbinge maruz kalan taraf ise hem ruhsal hem de bedenen olumsuz etkilenmekte, güvensizlik, korku, endişe duygularını baskın olarak yaşamaktadır. Bu
duygular kişinin iş akışına, işleyişine, düşünebilme ve otokontrol mekanizması gibi pek çok noktasına yansıyarak beklenilenin aksi çıktı elde edilmesine sebebiyet verir.
Bunun aksine duygusal zekâ seviyesi yüksek olan çalışanların ve/veya işverenlerin ise hem kendi kendilerini motive ederek bireysel iş performanslarını arttırabilmekte hem de bulundukları ortamda pozitif bir atmosfer oluşturulmasına imkân sağlayabilmektedir. Buda ‘’mutlu çalışan, mutlu müşteri ve mutlu işveren’’ misyonunun ve paralelinde vizyonunun doğalında ortaya çıkışını sağlar. Böylece mobbingin yaşanmasının da önüne geçilmiş olarak, aidiyet duygusunun sağlamlaşması sağlanır.
Fernando Pessoa;
“Ne kadar çok çalıştığın, ne kadar yetenekli olduğundan ziyade görev yaptığın kuruma ait olup olmadığın önemlidir.’’ diyerek, aidiyetin hem çalışan hem de kurum içi önemini vurgulamıştır.
Kendisini bulunduğu yere ait hisseden kişi, bulunduğu yeri de kendisine ait ederek, keyifle yaşam alanını şekillendirir. Bundan dolayı çalışma yaşamı ile çalışanın ruh dünyası arasındaki bağlantının ve dengenin iyi kurulabilmesi ve örgütsel yaşamın sağlıklı olabilmesi adına kurumların öncelikle insani değer merkezli olması gereklidir.
Umarım hiçbirimiz, hiçbir yerde, durumda ve koşulda mobbinge maruz kalmayız, mobbinge maruz bırakmayız.
Teşekkürler,
Didem Keskin
Bu yazıyı paylaş: