Tomorrow

İnsan Kral Hükümdarlığında O “Anlar”

İnsan Kral Hükümdarlığında O “Anlar”

Tarih boyunca yaşayan binlerce büyük, küçük topluluk, krallık, devlet… Dünyanın farklı coğrafyalarında biriktirilen ve asla kimsenin hepsini bilemeyeceği onca anı, hikaye, efsane… İnsanlar doğdukları toprakların karakterlerini yüklenirler farkında olmadan, eğer hala o toprakta var olmayı sürdüren saklanmış “anlar” varsa.

“Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.

Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.

Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.”  Jorge Luis Borges (Anlar şiiri)

Umberto Eco’nun dünyaca bilinen, edebiyat kaleminden, didaktik felsefesi ile hala yeniden okudukça bizi oturduğumuz yerden kalkıp düşünmeye sevk eden “Gülün Adı” romanındaki labirent şeklinde tasarlanmış yasak kütüphanede gezen yaşlı, bilge ve kör kütüphaneci Jorge Luis Borges’in “Kum Kitabı”na dokunduğunuzda, başı ve sonu belirlenmemiş hikayelerinde dünya coğrafyasına nakşedilen insan siluetleri içinde ellerinizi tarih denen o engin denize sürerek yürürsünüz. Ne bir –Hoşgeldin! ne de bir –Elveda! vardır bu öykülerde. Yolunuzu kendiniz bulursunuz. Borges size salt insanı anlatır. Öyle uçtan uca  hissedilir ki insanlığımız, gururlansak mı yoksa utansak mı bilemeyiz.

Dünyanın tanımadığınız bir coğrafyasında yaşamanız gerektiğinde, havanın soğukluğu daha dondurucu, mesafeler daha uzun ve ulaşılmaz gibi olur.  Bunun adı özlem olsa gerek. Yalnız sevilenlere olan özlem değil, alışmışlığa olan bağlılık. Oysa ki dünyanın her yerinde dağlar birbirine benzer, ovalar göz alabildiğine uzanır, denizler aynı kokar, kuşlar bilindik melodileri cıvıldaşır… salt insanlar başkadır. Coğrafyalar insanları, insanlarsa o “anlar”ı yaşatır.

Biz insanlar Borges’in Kum Kitabı’ndaki “Ayna ve Maske” hikayesine benzeriz. Büyük savaşlara girer, kimseye acımadan harp ederiz. Tarihte bu savaşlara toprak davası, memleket meselesi, fikir çatışması ve düşünsek bir sürü daha bulacağımız isimler verilmiş. Bugün de yüksek katlarda profesyonel hayat dedikleri diyarda görünmeyen demirden tahtı kim kapacak savaşları sürerken, alt katlarda geçim derdi ismi verilmiş bu bitmeyen mücadelesine insan ömrünün.

Savaşlar insan krallar yaratır, kimi taçlı kimi taçsız. İnsan krallar kazandıkları zaferleri sözcüklere döküp parlatmak isterler, onların sesleri yüksektir. Alkış duymayınca üzülür, ışıklar üzerlerine düşmeyince kederlenirler.

Unutmuşlar bir savaşta olacakları insan krallar. Unutmuşlar, kaybeden onca insan, kaybedilen onca şey varken kazanmanın “an”lık bir yanılsamadan başka bir şey olmadığını.  Bu unutkanlık öyle uzun sürmüş ki, yönetecekleri tek bir şeyi olmayan insan krallarla dolmuş tüm dünya coğrafyası. İçindeki zinzana sürgün kibir baş göstermiş, üç hediye vermiş herbirine. Biri altın maske, biri ışıltılı ayna biri de açılmamış hala paketinde.

Önce altın maskelerini kuşanmış insan krallar, yüzlerini pencerelerden çevirmiş. Çünkü hiçbirinin tahammülü yokmuş gerçek dünyayı görmeye. Gökyüzünü unutmuş, yüksek tavanlar yapmışlar kendilerine. Onlar aynalarına bakmışlar sadece. Çünkü aynada gördükleri yanılsamanın aklı felç eden etkisi ancak böyle sürüp gidebilirmiş.

Borges’in bu güzel hikayesini sonuna kadar okuyacak sabrı gösterenler bilir. Hikayenin adı “Ayna ve Maske”dir, ama hikayede insan krallara verilen üçleme ayna, maske ve hançerdir.

Yürekli, cesaretli sözler törpülenmezse bir ok gibi yırtar insan derisini. Tamiri yoktur. İnsan kralların egosu kükredikçe yırtılır derisi insanların. Ne vakit alırlar hançeri ellerine o vakit selam dururlar kibirlerine. Gelin boyun eğelim insan kralların bu başa çıkılmaz bu kendini bilmez kibirlerine. Bu kükreyişlere başarı sevinci, bu susmuş insanlığa zafer çığlıkları diyelim.

Kükredikçe güçlenir, altın maskesi büyürmüş insan kralların. Kükredikçe keskin olurmuş hançerin bıçağı.

Gün biter, güneş devrilir doğudan batıya. Ömür geçer yüksek katlı diyarlarda… İnsan krallar gururla tutarlar aynalarını kendilerine. Gecenin karanlığı yetmez insanın vicdan haykırışını örtmeye. İşte o zaman anlarlar ki yırtılan deri kendilerinindir. Anlarlar ki bunca zararı kendilerine veren insanlıkları değil, üstüne geçirdikleri kral postundan zehirli, görünmez pelerinleridir.

Yorulur hırçın yumruklar, gün gelir kendi zehrinden tadarlar, o zaman durur düşünür insan krallar, açarlar pencerelerini, gökyüzünü görürler. Uzatırlar ellerini hor gördükleri gerçek dünyaya, yağan yağmurun yansımasında altın maskeleri olmadan yüzlerini görürler. –Merhaba! derler kendilerine. Kendileriyle tanışırlar. Kesilir kükreyen dilleri. Bir şans daha diler insan krallar, daha fazla gecikmeden yeniden başlamak isterler bu yola. Tüm doğrularını, yaptıkları yanlışlar götürmeden, altın maskelerinin arkasına daha fazla gizlenmeden yaşamak isterler.

İnsan krallar girdikleri savaşların zararını, tarihler boyunca düşüp durdukları bu kibir çukurlarını, hançer olmuş sözlerinde, parçalanmış özlerinde görürler.

Dünya coğrafyasının dört bir köşesinde hala insan kral hükmü sürerken, kendilerini şanslı hisseder.

Krallar susunca, insan olmayı hatırlar, insanlığı anlarlar ve Jorge Luis Borges’in kaleminden dökülür insan kralın hissettiği son “anlar”…

“Eğer yeniden başlayabilseydim,

İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.

Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.

Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,

Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.”  Jorge Luis Borges (Anlar şiiri)

Teşekkürler,
Onur Korucu

Bu yazıyı paylaş: