Haftanın Film Önerisi: The Substance
The Substance, Coralie Fargeat’ın yönetmen koltuğunda oturduğu ve bilim kurgu ile vücut korkusunu ustaca harmanlayan çarpıcı bir yapım. Film, izleyiciyi hem duygusal hem de psikolojik bir yolculuğa çıkararak, güzellik, yaşlanma ve kimlik temalarını derinlemesine ele alıyor. Başrollerinde Demi Moore, Margaret Qualley ve Dennis Quaid’in yer aldığı bu film, insan doğasına dair evrensel sorulara cesurca yanıt arıyor.
Film, seyircinin ana karakterle (Elizabeth Sparkle) olan empatisini sonuna kadar zorlayan bir hikâye örgüsüne sahip. Gençliğini ve geçmişteki güzelliğini arzulayan bir kadının, her ne pahasına olursa olsun tatmin olmama hali, izleyiciyi de kendi hayatında bu tür arayışlara itiyor. Kendi “mükemmel” versiyonuna ulaşmaya çalışırken, iletişimde bulunduğu gizemli şirketin hakkında hiçbir bilgi verilmemesi, bu şirketi bir metafor haline getiriyor. Bu bilinçli tercihle, şirketin sadece fiziksel değişimin değil, aynı zamanda toplumsal beklentilerin bir sembolü olarak kalması, filme derin bir katman ekliyor.
Film boyunca karakterin güzellik ve gençlik arayışı, izleyiciye toplumun kadınlara dayattığı güzellik standartları üzerine düşündürüyor. Özellikle, güzellik algısına yön veren kişilerin, yani “ötekilerin” çoğunlukla erkekler olması, ataerkil düzen eleştirisi olarak öne çıkıyor. Film bu yönüyle, kadın bedeninin ve kimliğinin ataerkil baskı altında nasıl şekillendiğini gözler önüne seriyor. Bu, The Substance’ın en güçlü mesajlarından biri olarak karşımıza çıkıyor.
Fargeat, pratik efektlere büyük bir özen göstermiş ve filmin büyük kısmı bu etkileyici efektlerle şekillenmiş. Güzellik ve deformasyon süreçleri hem görsel olarak çarpıcı hem de tematik olarak güçlü bir anlatım sunuyor. Bu bağlamda, estetik tasarım ve makyaj efektlerinin filmdeki vücut korkusu (body horror) türünü nasıl mükemmel bir şekilde desteklediğini söylemek mümkün.
Filmde kullanılan techno müzikler de estetik anlatının önemli bir parçası olarak dikkat çekiyor. Tempolu ve yer yer rahatsız edici ritimler, karakterlerin içsel bunalımlarını ve distopik atmosferi pekiştiriyor. Bu müzikal tercihler, izleyiciyi adeta bir trans haline sokarak filmin karanlık atmosferini daha da yoğunlaştırıyor.
Filmin genel atmosferi ve tematik yoğunluğu başarılı olsa da, anlatının belirli noktalarında ritim sorunları yaşandığını söylemek mümkün. 2 saat 21 dakika uzunluğundaki film, bazı sahnelerde gereğinden fazla yavaşlayarak “absürditeyi” güçlendirmeye çalışıyor. Bu sahneler, izleyiciye derin düşünme fırsatı verse de, bu süre zaman zaman fazla uzun tutulmuş ve bu durum filmdeki tempoyu düşürebiliyor. Bu, izleyiciyi filmin büyüsünden kopararak bazı sahnelerde dikkat dağınıklığı yaratabilir. Bununla birlikte, bu uzun geçişler aynı zamanda türün hayranları için sevilen bir özellik olabilir.
The Substance, estetik ve teknik açıdan son derece doyurucu bir film. Konunun derinliği, ataerkil düzen eleştirisi, güçlü müzik kullanımı ve etkileyici pratik efektleriyle izleyiciyi içine çeken bir yapım. Ancak, bazı anlatım tercihlerinin uzun tutulması izleyicinin sabrını zorlayabilir. Yine de, insan doğasına dair sorular sormayı seven izleyiciler için kaçırılmaması gereken bir deneyim sunuyor.
Sonuç olarak, Fargeat’ın bu filmi sadece bir bilim kurgu ya da gerilim değil; toplumsal normlara ve bireyin kendini algılayışına dair derin bir sorgulama. The Substance, izleyiciyi bu sorgulamaya dahil ederken, aynı zamanda sinemanın sınırlarını zorlayan estetik tercihleriyle de hafızalarda yer ediyor.
Not;
Elizabeth Sparkle’ın yıllar sonra bir randevuya hazırlandığı sahne, oyuncu ve yönetmenin mükemmel uyumuyla seyirciyi derinden etkileyen bir an. Bu sahne, filmin empati duygusunu izleyiciye en güçlü şekilde hissettirdiği bölümlerden biri. Bu muazzam sahneden bahsetmeden bu yazıyı tamamlamak istemedim.
Haftaya Görüşmek Üzere!
Melis Özyurt
Bu yazıyı paylaş: