Tomorrow

Eksik Bir Şey mi Var?

Eksik Bir Şey mi Var?

“Bir kimse bir şeyleri arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını göremez olur, ama görmeyen gözlerle aradığını bulmayı beceremez bir türlü, dışarıdan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak. Sen, ey saygıdeğer kişi, belki gerçekten arayan birisin çünkü amacının peşinde koştuğundan hemen gözünün önündeki bazı şeyleri göremez olmuşsun.” Yaşam boyu arayışımızı sürdürdüğümüz, beklediğimiz, belki de umutla beklendiğimiz bir yolun, yolculuğun hikayesini anlatan, Buddha gibi delikanlılık çağında yaşamın anlamını sorgulayan hayatın sırrına ermek isteyen ve epey yakışıklı olduğu rivayet edilen bir prensin sözleridir bunlar.

Siddhartha, 1946 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Alman yazar Hermann Hesse’nin 1922 yılında bu yaşını almış dünyaya sunduğu yaşanmışlıklarla dolu romanıdır. Roman en sade ifade ile, Budist inancını ve felsefesini dünyaya tanıtan bir eser olarak önem kazanmıştır. Hermann Hesse’nin de Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasında en önemli etkenlerden birisi de, Siddhartha’nın mecazi yanılmasamaları bir bir tecrübe ettiği ve kendi benliğini aradığı yolculuğun hikayesi olmuştur.

Siddhartha sözcüğü Sanskrit dilindeki sözlük anlamı ile “siddha” olarak düşünülür ve elde etmek, başarmak, anlamlarına gelmektedir. Roman bu sözcük ile Budistlerin nihai hedefi olan Nirvanayı ve Nirvana’ya ulaşmak hedefini temel alır. Nirvana kelimesinin Hint dilindeki anlamı:  “patlatılmak” ya da “söndürülmek”  manasına gelmektedir. Nirvana ise Budistlerin ulaşmak için hedefledikleri en ulu mertebeyi ifade etmektedir. Budizim öğretilerinde Nirvana, nefsinden, nefsin isteklerinden, arzulardan , aç gözlü olmaktan, kurtulan, ruhunu nefret, kin, intikam, aldatma gibi duygulardan arındıran, cehaletten kurtulan, böylece tüm hayvani duygulardan uzaklaşılarak ulaşılan en yüce, erdemli olmanın zirvesi ve en büyük mertebedir.  Nirvana, kelimesinin söndürmek anlamı kin nefret, aldatma, intikam vb gibi nefsin tüm kötü isteklerini söndürmek, sonlandırmayı başarmak anlamındadır. Tüm bu olumsuz düşüncelerden arınmayı başarmış olan kişi en sonunda Nirvana’ya ulaşacak huzurlu, mutlu ve kutlu bir ruh haline ermeyi başaracak, tüm acılardan da kurtulacaktır.

Hermann Hesse romanını 1. Dünya savaşı yıllarında Hindistan’a gerçekleştirdiği bir seyahatinden esinlenerek kaleme alıyor. Belki bu yüzdendir ki, Siddhartha, bir ‘yol’ ve ‘yolculuk’ bir ‘arayış’ hikayesidir. Yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir; yaşamının ölmenin hızlı bir biçimi, kibrin başarıyla gelen uçucu hali gibi. Yol bir arayışın ta kendisidir, Ne yol bir varış noktasıdır, ne de yola çıkmak bir başlangıç noktası. Asıl mesele yolda başımıza gelenlerdir. Oysa ölümle yaşam arası uzun malum ince bir yol, bu yol da bir yere gitmez, o bir ölme biçimidir. Mesele yolda tanıştıklarımız, alıştıklarımız, sarıldıklarımız, acılarımız, anılarımız, tüm yaşadıklarımız. Bu kitapta Siddhartha; hem yoldur, hem yolcudur, hem yolda karşılaşanlardır, hem de o yolda olmayandır. Hayatın tüm telaşı, tüm ihtişamı, hatta tüm korkuçluğunu yaşarken bizlerin o yolda sürekli değişmeyi, yeni lezzetler keşfedip yenilenmeyi, yeni hatalar yapıp belki tekrar etmeyi sürdürdüğümüz gibi..

Siddhartha, bir brahmanın oğlu bir prens olarak başladığı hayatında ilk eğitimini aldığında, Budizmin tüm dini ritüellerini yerine getirdiği halde dinin ona mutluluk ve huzur getirmediğini fark etmiş ve bir şeylerin eksik olduğunu anlamıştır. Buddha’nın öğrencisi olmayı reddeder. Etrafında bilgelik üzerine söylenen onca öğreti, aydınlanmaktan uzak hatta köhne gelmiştir Siddhartha’ya. Onlarla kalarak varlığının doğası ile ilgili sorularını çözmeyeceğini de idrak etmiştir. Samanas adlı bir münzevi gruba katılarak tüm dünyevi aruzlardan uzaklaşıp, aç ve çıplak dolaşarak, hatta dilenerek nefislerini öldürmeye çalışan bu dervişler arasında huzura aramaya karar verir. Güneşten yanmış ve yarı açlıktan ölmüş halde nefsine ağır gelecek her şeyden uzaklaşmış bir hayat yaşamak bir süre sonra Siddhartha’nın yolunda izini kaybettiği bir güzergah gibi görünür. İnsanın yaradılışından gelen dürtüleri, özünü reddetme güdüsü kalıcı bir çözümden çok bir kaçış gibidir. Bu kez de bambaşka bir yolu seçerek, Siddhartha meditasyon ve diğer ruhani ibadetler ile hedefe varmayacağına kanaat getirdiğinden dünyanın zevklerine dalar ve bedenin arzularını fazlası ile yerine getirerek hayatın anlamanı bulmaya karar verir. Ama bu yozlaşmış düzende Leyla’yı bulsa bile mevlayı bulamamıştır. Bolluk ve sefahat hayatındaki mecazi aşkları terk eder.

Siddhartha’nın yolculuğunda bir ırmak anlatılır. Irmak tanrısı Vasudeva ile tanışan ve geri dönüş kehanetini gerçekleştiren Siddhartha, yüzünü suya döner. Topraktan gelen her şeyin suyla toprağa dönmesi ekosisteminde bilgeliği bulma yolunu küçük bir yolcu kayığının küreğiyle arar.

Hermann Hesse’nin hikayesinde Siddhartha, babası ve oğlu; bugünü, dünü ve yarını temsil eder. Yaşattıklarımızı yaşamak, ektiğimizi biçmek… Aslında herşey belirli bir döngüde sürmektedir. Yaşananların bzilere sudaki birer yansıma gibi gelmesinin sebebi de bundan kaynaklanmaktadır. Tıpki tabiat gibi insanın kendisi, varoluşu ve yaşamı da bir döngü içerisindedir.  Hedefe ulaşmak için izlediğimiz yollar hepimiz için farklılık gösterse de, hedefin yerinin aslında hep sabit kalması yolcuya daha da büyük bir sorumluluk yükler. Hepimizin hikâyelerinin farklı olması, ama vardığımız ortak değerlerin aynı olması da bu döngünün bir eseridir.

“Hiçbir gerçek yoktur ki, karşıtı da gerçek olmasın! Yani şöyle: Bir gerçek ancak tek taraflıysa dile getirilip sözcüklere dökülebilir. Düşüncelerle düşünülüp sözcüklerle söylenebilen ne varsa tek taraflıdır, hepsi tek taraflı, hepsi yarım, hepsi büyüklükten, mükemmellikten ve birlikten yoksun.” Herşey karşıtını kendisi doğurur. Çünkü iyilik ve kötülük terazisi bir kefesini beşer koyulduğundan beri şaşar. Siddhartha’nın hikayesi bir bilgelik arayışı olduğu kadar hayatın safhalarıdır. Acılı sevaplarımız, tatlı günahlarımız, derin pişmanlıklarımız, büyük umutlarımız…

Kimse doğduğu gibi saf terketmez bu dünyayı. Hataları, doğruyu aramak youlunda yapmak bilimin bile yöntemi değil mi? Bilgelik ise ölümdür bu hikayede, ancak ölüm anında dünyanın renki ışıkları söner. Hayatlar, insanlar, anılar… Bir bütün olmaya çalışan döngünün parçalarıdır. Hiçbir şey tam olmaz, eksik bir şeyin olması bakidir. Döngü eksiği kovalar, eksik tam olmak için çabalar.

Hermann Hesse’nin aforizmalarından biri der ki ” Bir kez kaçar uçurtması, sonra gökyüzüne küser insan.” Öyle çok yorgunuz ki anların içinde salt kendimize bakmaktan. Hani tüm kışı açmak için bekleyip de, tam açtığı vakit üzerine çiğ yağan çiçekler gibiyiz.  Bizler için eksik olan uçurtma belki de gökyüzünde tam olmuştur. Gökkuşağının yerine türlü renkleriyle uçurtmayı koymuştur. Açamayan çiçek ağaca can olmuştur.

Durun kulak verin suya, toprağa… Kulak verin kendinize, ellerinize, saçlarınıza, atmaktan bıkmayan kalbinize… aynı dili konuşmasak da hepsinin anlatacakları var sizlere… Yaşam bir döngüdür; ne karanlığın aydınlanmadığı bir gece vardır ne de güneşin küsüp doğmadığı bir sabah. Yazgıyla savaşı bırakmadan tam olmak imkansızdır. Eksik bir şey var her şeyde, her yerde, hepimizde… Yine de güzeliz hepimiz, eksiklerimizle…

Teşekkürler,
Onur Korucu

Bu yazıyı paylaş: