Tomorrow

Edward Said’in “Entelektüel” Kitabı Üzerine…

Edward Said’in “Entelektüel” Kitabı Üzerine…

Çoğumuz kolektif yaşam süren görece komün toplumuna ait bireyleriz. O topluluğa ait ortak dili konuşan, geleneği ve tarihi olan bir milletin mensuplarıyız. Entelektüeller bu durumun ne ölçüde kölesi, ne ölçüde düşmanıdırlar gelin Edward Said’in “Entelektüel” kitabında bu konuya nasıl da entelektüel bir tavırla anlatmaya çalıştığına kısa bir anlatım ile bakalım.Yazıyı yazmaya başlamadan önce okuyucunun kitap hakkında kısa bir ön bilgi edinebilmesini amaç edindim ve bundan çok da uzaklaşmayacağım. Çokça kitaptan aldığım cümleleri birebir aktaracağım. Edward Said entelektüel hakkında tanımlamalar yaparken bazı tanımların içine kendisini de dâhil etmektedir. Konuları anlatırken farklı düşünceler etrafında da bolca alıntı yapmış ve kaynak sunmuştur.

Entelektüeller sınıfı, ırk ve toplumsal cinsiyet imtiyazlarını sorgulayan kişiler olmalıdırlar diye başlıyor kitabın önsözünde. Entelektüeli sürgün ve marjinal olarak, amatör olarak hakikatı söylemeye çalışan bir dilin müellifi olarak niteliyorum diye devam ediyor…

Entelektüel tanık olduğu her konunun meselesini sırtlanmalı mıdır diye araya girmeden yapamıyorum. Irk ve toplumsal cinsiyetten bağımsız ise (ki bu mümkün müdür yaşadığın çağın baskısından yakanı kurtararak) tanık olmadığı durumlarda ne ölçüde entelektüel sınıfına dahil olabiliyor. Bu cahil merakıma açıklık getiren Foucault oluyor ve deyimiyle; “Alternatif kaynakları taramayı, gömülmüş belgeleri gün ışığına çıkarmayı, unutulmuş ya da terk edilmiş tarihleri diriltmeyi gerektirir tanıklık etmek. Entelektüel insan yalnız kalır ama her zaman sürüye uyup mevcut duruma hoş görü göstermekten iyidir yalnızlık” der.

Antonio Gramsci “Hapishane Defterleri” adlı kitabında, “bütün insanlar entelektüeldir ama toplumda herkes entelektüel işlevi görmez diyor. Kanımca müthiş bir açıklık getiriyor bu büyük tartışmaya. Kitapta Edward Said’in tam da anlatmak istediği bu işlevlerin neler olduğu ve hangi amaca hizmet ettiğidir.

Gramsci’ye göre 2 tür entelektüel vardır. Geleneksel ve organik entelektüeller. Bir şirketin pazardan daha fazla pay kapmasını sağlamak için teknikler geliştiren günümüz reklamcısı ya da hakla ilişkiler uzmanı, demokratik bir toplumda müşterilerinin rızasını kazanmaya, tüketicinin ya da seçmenin düşüncelerini yönlendirmeye çalışan biri bir organik entelektüeldir. Bu entelektüeller sürekli insanların zihinlerini değiştirip piyasaları genişletme mücadelesi içindediler.

Julien Benda ise “Gerçek entelektüeller en çok, çıkar gözetmeyen adalet ve hakikat ilkelerinin etkisiyle yozlaşmayı mahkum ettikleri, zayıfları savundukları, baskıcı otoriteye meydan okudukları zaman kendileri olurlar. Sayıları çok olamaz, gelişimleri belli rutinlere bağlı olamaz. Güçlü kişiliklere sahip bireyler olmak zorundadırlar.” diye ifade eder.

Ben de yazar Edward Said gibi Gramsci’ye katılsam da şunu eklemeden geçemeyeceğim; entelektüel aynı zamanda belli bir kamu adına mesajı, tavrı, felsefeyi ifade etme yetisine sahip olan bireydir. İnsan salt kendi kalarak entelektüel olamaz diye düşünüyorum.

“Sözcükleri kağıda döküp yayımladığınız anda kamusal dünyaya girmişsiniz demektir” diyor ayrıca Edward Said. Bunu da bir işlevsellik olarak gördüğünü gösteriyor.

Entelektüeller bugün neyi temsil ediyor peki?

Günümüz postmodern entelektüelleri Edward Said’in de dediği gibi doğruluk ya da özgürlük gibi evrensel değerleri değil, yeterliliği önemserler. Amerikalı sosyolog Mills der ki; “Bağımsız sanatçı ve entelektüel sahiden yaşayan şeylerin basmaklıplaştırılmasına ve sonuç olarak cansızlaştırılmasına karşı direnebilecek ve mücadele edebilecek donanıma sahip, sayıları gittikçe azalan birkaç kişiden biridir.”

Sayıların azalmasındaki sebep, entelektüel olabilecek cesur insanların yok oluşu olabilir mi. Çünkü entelektüel olabilmek büyük oranda, doğruluğuna inandığın konuları ifade edebilme gücünü gün ışığına çıkarma cesaretinden gelir.

Sosyolog Edward Shills modern entelektüelin klasikleşmiş tanımını şöyle yapmıştır; “Her toplumda… içinde bulundukları evrenin doğası ve toplumlarını yönlendiren kurallar hakkında birçok insandan daha fazla düşünen bazı kişiler vardır. Çoğunluğu oluşturan sıradan insanlardan daha sorgulayıcı bir azınlık vardır. Bu azınlıkta, dışsallaştırma ihtiyacı hissedilir. Bütün toplumlarda entelektüellerin varoluşuna, bu içsel ihtiyaç damgasını vurur.”

Peki burada zihnim devreye giriyor ve entelektüelin amacı var mıdır varsa bu amaç nedir diye soruyor? Yeni ruhlar icat ermek der Fanon ve çok da tatmin edici cevap olmaz. Edward Said’in anlatmak istediğinden anladığım; entelektüeller benzerlik gösterse de yaşadıkları döneme göre onları ayrıştıran unsurlar da yok değildir. Mesela Oscar Wilde’nın kendisi için kullandığı bir tanım vardır; “Tanınmış entelektüeller yaşadıkları dönemle simgesel bir ilişki içindedirler her zaman. Halkın kafasında sürmekte olan bir mücadele ya da savaşmakta olan topluluk yararına seferber edilebilecek bir başarıyı, ünü ve şöhreti temsil ederler.” Entelektüelin tanımı için Wilde’nin tanımı kısmen zayıf ve yetersiz geldi bana. Betimleyici ama daha yüzeysel ve daha az işlevsel. Belki de entelektüellerin tanımını yaparken dahi çağın getirdiği baskıdan biraz da olsa korunmaya çalışarak yapmaları dahi onları gerçek entelektüeller sınıfına sokar mı burada emin olamıyorum diyorum ve kitaba devam ediyorum.

Edward Said, entelektüellerin görevi, krizi evrenselleştirmek, belli bir ırkın ya da ulusun çektiği acıları daha geniş bir insani bağlama oturtup bu deneyimi başkalarının acılarıyla ilişkilendirmektir diye cevap veriyor. Bu tanım daha sahici gelse de entelektüeli içinde olduğu toplumdan bağımsız olamayacağını düşündürüyor bana.

Günümüz entelektüelleri, garantili bir geliri olan ve dünyayla alakası olmayan kabuğuna çekilmiş bir edebiyat profesörü olup çıkmıştır diye acımasız ama doğru bir tanım getirir Edward Said. Jacoby’ye göre bu tür insanların asıl amacı toplumu değiştirmek değil akademik kariyer yapmaktır. Belki bu da bize, entelektüel kavramını yeniden irdeleyip şekillendirmemiz için açılan kapıdır.

Edward Said amatörizm adını verdiği tutumla bu baskıya nasıl karşı çıkmanın mümkün olduğunu anlatıyor. Nedir bu amatörizm? Kar ya da ödül beklentisiyle değil, tabloyu daha geniş çizmeye, belli çizgiler ve engeller arasında bağlantılar kurmaya duyulan aşk ve dinmek bilmez merakla, belli bir meslekten olmanın insana getirdiği her türlü kısıtlamaya rağmen düşüncelere ve değerlere özen göstererek hareket etme isteğidir.

Kitap boyunca amatör ruhun bizi nasıl beslediğini görmemiz zor değil… “Uzmanlaşma ise sanat yapılırken ya da bilgi verilirken harcanan katıksız çabayı gözden kaçırmaktır. Uzmanlaşma heyecan duyma ve bir şeyler keşfetme duygusunu da öldürür ki bunların her ikisi de bir entelektüelde mutlaka bulunması gereken duygulardır. Uzmanlaşmaya teslim olmak tembelliktir; çünkü uzmanlık alanınızın gereklerine uyarak başkalarının sizden yapmanızı istediği şeyleri yaparsınız.Bugün entelektüel bir amatör olmalıdır; toplumun düşünen ve ilgili bir üyesi olmak için kişinin, çoğumuzun yaşadığı katıksız profesyonel rutinin içine girip onu çok daha hayati ve radikal bir şeye dönüştürebilir; insan kendisinden yapması beklenen şeyi yapmak yerine bunu niye yaptığını, bundan kimin yarar sağladığını ve kendi kişisel ve original düşüncelerle bunun arasında nasıl yeniden irtibat kuracağını sorabilir” diye ifade ediyor Edward Said.

Entelektüel olarak başarınız, elinizden geldiğince iyi ve aktif bir biçimde hakikatı temsil etmek ile otoritenin size yönlendirmesine pasif bir biçimde izin vermek arasında seçim yapmanın sizin elinizde olduğunu kendinize hatırlatmanızdır.

Kitap, gerçek entelektüelin aslında kim olduğunu ve kimlerin olmadığını anlamamıza da büyük bir katkı sağlıyor. Entelektüel gibi adı bile yorum yaparken dahi çok kez düşünmeyi gerektiren bir konuda cesur davranmış yazarın kitabını okumak ise biz okuyuculara kalıyor.

Edward Said’in kitabında adını da verdiği James Joyce’nin kitabından bir alıntı ile bitirelim: “Ne yapacağımı ve ne yapmayacağımı anlatayım sana. İnanmadığım şeye hizmet etmeyeceğim: ve kendimi olabildiği kadar özgürce ve olabildiği kadar bütünlükle dile getireceğim bir hayat ya da sanat tarzı bulmaya çalışacağım, kendimi savunmak için de kullanmasını bildiğim silahları kullanacağım: sessizlik, sürgün ve kurnazlık.”

Teşekkürler,
Betül Akdoğan

Bu yazıyı paylaş: