ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci döneminde başkanlık görevine başlamasının ardından geçen ilk 100 gün, ülkenin siyasi ve sosyal dengelerinde dikkat çekici değişimlere sahne oldu. Başkanlık gücünü önceki dönemlere kıyasla daha doğrudan ve yoğun kullanan Trump, hem destekçileri hem de eleştirmenleri tarafından yakından izleniyor. Bu süreçte yaşanan gelişmeler, Amerikan demokrasisinin temel ilkeleri üzerinde tartışmalara yol açtı.
İlk önemli kırılma noktası, Başkan Yardımcısı JD Vance’in sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamayla yaşandı. Vance, yargının yürütmenin yetkilerini denetleme gücüne doğrudan karşı çıktı. Bu açıklama, Amerikan anayasasının temel taşlarından biri olan güçler ayrılığı ilkesine meydan okuma olarak değerlendirildi. Beyaz Saray’ın tek taraflı hamleleri ve mahkemelerin bunlara yönelik direnişi, anayasal sistemin sınandığı bir dönemi başlattı.
İkinci önemli gelişme, hükümet kurumlarına yönelik kesinti planlarıydı. Elon Musk’ın sembolik bir elektrikli testere ile duyurduğu bu politika, USAID gibi federal kurumların kapatılması girişimlerini ve Eğitim Bakanlığı’nın yetkilerinin azaltılmasını içerdi. Kesintiler, Trump yönetiminin bütçe disiplinini sağlama çabasının bir parçası olarak sunulsa da, kamu hizmetleri üzerindeki olası etkileri nedeniyle ciddi eleştirilere yol açtı.
Üçüncü dönüm noktası, Trump’ın ek gümrük vergilerini duyurmasıyla yaşandı. Bu karar, ABD borsalarında büyük kayıplara yol açtı ve ekonomik istikrara yönelik endişeleri artırdı. Ticaret politikalarında agresif adımlar atan yönetim, yerli sanayiyi koruma hedefini öne çıkarırken, kısa vadede resesyon riskinin artmasına da sebep oldu.
Göçmenlik politikaları dördüncü önemli başlıktı. Trump yönetimi, sınır dışı işlemlerini hızlandırdı ve El Salvador’a sınır dışı edilen Venezuelalı göçmenler örneğinde olduğu gibi tartışmalı uygulamalara imza attı. Sınır geçişlerinde yaşanan azalma destekçiler tarafından olumlu karşılanırken, insan hakları örgütleri süreçlerin şeffaflığı ve adaleti konusunda ciddi eleştiriler yöneltti.
Beşinci gelişme, Trump yönetiminin üniversiteler, medya ve büyük şirketler üzerindeki baskısını artırmasıydı. Harvard Üniversitesi’nin federal fonlarının dondurulmasına karşı açtığı dava, akademi dünyasında direnişi simgeledi. Medya kuruluşları ve özel şirketler üzerindeki dolaylı baskılar da ifade özgürlüğü ve kurumların özerkliği açısından kaygı yarattı.
Son olarak, Trump yönetimi çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık (DEI) politikalarına yönelik sert bir geri adım attı. Federal kurumlarda bu tür programlar yasaklandı ve özel sektörde de benzer eğilimler gözlemlendi. Bu karar, Amerikan toplumundaki sosyal kapsayıcılık tartışmalarını yeniden alevlendirdi.
Trump’ın ikinci döneminin ilk 100 günü, Amerikan siyasi tarihinde nadir görülen bir güç kullanımına sahne oldu. Yönetimin kalıcı etkilerinin ne olacağı ise önümüzdeki dönemde, özellikle Kongre’nin ve yargının dengeleyici rolüne bağlı olarak şekillenecek.