Yunanistan’ın Santorini Adası çevresinde yaşanan deprem fırtınası, bölgedeki sismik hareketliliği artırırken Türkiye kıyılarında da dikkatle takip ediliyor. Son bir hafta içinde 500’den fazla depremin kaydedilmesi ve sarsıntıların İzmir’den hissedilmesi, Ege Denizi’nde olası bir tsunami riskini gündeme getirdi. Bilim Akademisi üyesi Prof. Dr. Naci Görür, bölgedeki vatandaşlara dikkatli olmaları yönünde uyarıda bulundu.
Tsunami riski ve Türkiye'nin hazırlığı
ODTÜ Kıyı ve Deniz Mühendisliği Araştırma Merkezi'nden Prof. Dr. Ahmet Cevdet Yalçıner’e göre, UNESCO kriterlerine göre bir depremin 5.5 büyüklüğünü aşması halinde tsunami uyarısı verilebiliyor. Ancak bu, her depremin kesinlikle tsunami oluşturacağı anlamına gelmiyor. Ege Denizi'nde daha önce de tsunami olayları yaşandı. 2017'de Kos Adası’nda meydana gelen 6.6 büyüklüğündeki deprem sonucu dalgalar oluşmuş, ancak bu durum resmi makamlarca "deniz suyu yükselmesi" olarak tanımlanmıştı. 2020’de ise İzmir depremi sonrası Sığacık’ta meydana gelen dalgalar, tsunami olarak kayıtlara geçmiş ve bir kişi hayatını kaybetmişti.
Türkiye, tsunamiye karşı bazı önlemler alsa da hazırlık sürecinin yeterli olup olmadığı tartışmalı. Bodrum’da 2019’dan bu yana Avrupa Birliği destekli bir tsunami uyarı sistemi bulunuyor. Bu sistem, dalga hareketlerini ölçerek Kandilli Rasathanesi aracılığıyla AFAD’a veri iletiyor. Ancak kıyı bölgelerinin genelinde bu tür sistemlerin ne kadar etkin olduğu konusunda belirsizlikler sürüyor.
Türkiye ve Yunanistan’ın işbirliği ihtiyacı
İstanbul’un Büyükçekmece ilçesi, UNESCO tarafından “Tsunami Hazır” sertifikası alan ilk yer oldu. İzmir’in Seferihisar ilçesi de benzer bir sertifika almak için çalışmalarını sürdürüyor. Prof. Dr. Ahmet Cevdet Yalçıner, tsunami riskine karşı sahil şeridinde tahliye haritalarının oluşturulması, yetkililere eğitim verilmesi ve uyarı tabelalarının yerleştirilmesi gerektiğini belirtiyor.
İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü'nden Prof. Dr. Sinan Özeren ise Türkiye ve Yunanistan'ın iş birliği yaparak Ege Denizi'nde bir “sismolojik ağ” kurmasını öneriyor. Su altına yerleştirilecek sismometreler sayesinde daha iyi veri toplanabileceğini ve erken uyarı sistemlerinin geliştirilmesinin mümkün olacağını ifade ediyor.
Volkanik faaliyetlerin etkisi
AFAD, 2011-2012 yıllarında bölgede benzer yoğunlukta sismik hareketlilik yaşandığını ve bunun volkanik bir patlamaya neden olmadığını belirtti. Yunan yetkililer de mevcut depremlerin su altı fay hatlarından kaynaklandığını ve volkanik bir aktiviteyle bağlantılı olmadığını dile getirdi.
Ancak Prof. Dr. Ahmet Cevdet Yalçıner, Santorini Yanardağı’nın hala bir tehlike unsuru olabileceğini belirtiyor. Olası bir volkanik patlamada tsunami ihtimali düşük olsa da küllerin atmosferi etkileyerek hava ulaşımında aksamalara yol açabileceğini vurguluyor. Prof. Sinan Özeren de sismik ve volkanik aktivitelerin birbirini tetikleyebileceğine dikkat çekiyor.
Daha önce İzlanda’da 2010 yılında patlayan Eyjafjallajokull Yanardağı, kül bulutları nedeniyle Avrupa genelinde hava trafiğinin günlerce aksamasına neden olmuştu. Benzer bir durumun Santorini’de yaşanması halinde Türkiye’nin batı kıyıları da etkilenebilir.
Ege Denizi'nde artan sismik hareketlilik ve tsunami riski, bölge ülkelerinin iş birliği yapmasını ve kıyı güvenliğini artırmak için daha fazla önlem almasını zorunlu hale getiriyor.