İnsan merakının sınırları yoktur. Merak duygusu bize has değil, ama zihinsel kapasiteyle doğru orantılı olduğu kesin gibi. Köpeğiniz halının altına ne sakladığınızı merak ederken, siz varoluşun amacını merak ediyorsunuz. Fakat sınırsız merak beraberinde büyük ve derin sorular da getiriyor. Bunların içinde öyleleri var ki (eğer cevapları mevcutsa) üzerlerinde derin bir sis perdesi mevcut. Bazılarının cevabını ararken her yakaladığımız ipucunun bizi cevaba daha da uzaklaştırdığını hissederiz ki bu tehlikeli bir süreçtir, tıpkı M.C. Escher’in eserleri gibi bizi sonsuz döngüye sokar, saplantı haline getirirsek akıl sağlığımızı kaybetmemize bile neden olabilir. İşte basit bir örnek: Evrenimiz çoklu evrenlerin bir parçası mı? Ufkun ötesinde ne var? Hiçbir fikrimiz yok ve belki de asla olmayacak. Tıpkı Stephen Hawking’in Einstein’a gönderme yaptığı şu müthiş sözü gibi: “Tanrı yalnızca zar atmakla kalmaz, bazen onları asla göremeyeceğimiz yerlere de atar”. Yine bazı büyük sorular var ki bunlar hakkında (ucundan da olsa) bir fikrimiz bulunur, ama iş ispatlamaya gelince kendimizi bir kedi yavrusu kadar çaresiz hissederiz. Tıpkı şunlar gibi:
Bilinç nedir?
Zihin nedir?
Düşünmenin doğası nedir?
“Ben” olmak nasıl bir şey? (Veya Kafka’nın deyimiyle hamamböceği olmak nasıl bir şey?)
Neden kendi bedenimdeyim de başka bir bedende değilim?
İşte Hofstadter hayatını tüm bu sorulara cevap arayarak geçirmiş bir zihin felsefecisi. Anlaşılması oldukça güç, ama içine girebildiğiniz anda hayatınızın bir daha asla eskisi gibi olmayacağı eserler yaratmış biri. Tehlikeli sorular sorduran, kaybolacağınızı bile bile sizi düşüncelerle derin bir ormana sokan eserler bunlar. Like a splinter in your mind!
Yaratıcılık öyle kuvvetli sonuçları olan bir fenomendir ki, zaman zaman kişiler eserlerinin sonsuza kadar gölgesinde kalmaya mahkûm olur. Bunun en güzel örneği Mustafa Kemal Atatürk ile eseri Türkiye Cumhuriyeti. Dünyada yeni yeni filizlenen fikirleri akıl almaz dehasıyla birleştirerek resmen yoktan bir devlet yarattı. Eserinin kendisini kat be kat aştığını da bizzat kendisi itiraf etti: “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır”. Tabii ki böyle bir karşılaştırma abesle iştigal olur, ama Douglas Hofstadter ile ustalık eseri Gödel, Escher, Bach: An Eternal Golden Braid için de benzer şeyi söyleyebiliriz.
Analojiden Örülen Zihin
Hofstadter’ın deyişiyle zekâ, doğru benzetmeyi yakalama sanatıdır. Beyin, “ekşi üzüm”ü duyunca anında yüzümüz buruşur; “ain’t” ifadesiyle konuşan bir politikacı kendi ifadesine sıcak-samimi bir gölge düşürür; pas vermek yerine topa “suggerimento” (öneri) yapan forvet, sessiz bir “gol olur mu?” daveti gönderir. Kelimeler, dosya simgeleri gibi gizli klasörleri açar ve kayıt hızı ışık hızına yakındır.
Bu “klasör yapısı” doğuştan gelmez; ilk yedi yıl boyunca yazılır. Hart & Risley’nin meşhur “30 Milyon Kelime” çalışması, evde işitilen kelime sayısının sonraki bilişsel performansa köprü kurduğunu gösterir. Ton kadar içerik de kritiktir: Şefkatli sözcükler “ben başarabilirim” şemasını, aşağılayıcı sözcükler “nasılsa yapamam” şemasını yükler. Vygotsky’nin “özel konuşma” adını verdiği o mırıldanma, önce yüksek sesle ebeveyn rolünü taklit eder, sonra içe kıvrılıp ömürlük iç sesimiz olur. Çocuklukta aldığımız bu dil paketi, yetişkinliğe uzanan dar bir patika gibidir; fark etmeyen kişi aynı ifadelerle kendi kendine konuşur, aynı duygusal enlemlerde dolaşır.
Gödel’in “çalınamaz plak” esprisi, Hofstadter’ın pikap-plak metaforunu canlandırır: Notalar plakta durur, ama melodinin duyulması için iğnenin oluklara değmesi gerekir. Metin de aynıdır; harf dizileri okurun zihnine dokunmadan sessiz kalır. Bugünün LLM’leri tam bu temas anına aracılık ediyor: Sözcükleri bizden çok daha hızlı süzerek aradaki anlam bağlarını kuruyor, ardından yepyeni cümleler ekliyor.
“Understanding AI: The Extension of Mind”*
McLuhan 1964’te “insan, tanrısal gök gürültüsünü sözcüklerle yankılatabilir” demişti. Yarım asır sonra bu yankıya güç katan yeni bir uzantımız var: Yapay Zekâ. Tekerlek bacaklarımızı, telefon ses tellerimizi, elektrik sinir sistemimizi “uzatmıştı”; yapay zekâ ise bizzat düşüncelerimizi geriyor. Soru şu: Uzantıyı biz mi kullanıyoruz, yoksa uzantı mı bizi?
*Bu başlık, Marshall McLuhan'ın 1964 tarihli "Understanding Media: The Extensions of Man" eserinden esinlenerek oluşturulmuştur. McLuhan'ın "Tüm medya insanın uzantılarıdır" tezi, bugün yapay zekânın zihnimizin yeni uzantısı haline gelişini öngörür gibidir.
Garip Döngü: Kendini Seyreden Sistem
Gödel’in eksiklik teoremi, her yeterince karmaşık sistemin kendine dönüp “Beni bütünüyle tarif edecek tek bir cümle var mı?” diye sorduğunda eli kolu bağlandığını söyler. Hofstadter buna “Garip Döngü” adını verir: Zihin aynaya bakar, kendi yansımasını kelimelerle tanımlamaya kalkar; fakat kelimeler de yansımaya dâhil olduğundan, tarif daima yarım kalır. Yapay zekâ da benzer bir koridorda dolaşır: GPT-4 bazen kitap-yumurta-laptop-şişe-çivi yığını için mükemmel mühendislik önerir, bazense aynı çivinin sivri ucuyla yuvarlanmayı “engelleyeceğini” iddia edip duvara toslar. Hatalar ile dehalar, aynı döngünün salınımlarıdır demek mümkün mü?
“Blunderstanding”
Hofstadter bu hataları “blunder-standing” diye etiketler; bir yandan dehşete kapılır (“belki gerçekten düşünüyor”), bir yandan da modelin tökezlediğini görünce ferahlar (“henüz tam kavrayamadı”). Tıpkı yetişkinin, çocukluğunda belleğine yazılan kalıpları kırıp kıramaması ikilemi gibi.
Sapir–Whorf hipotezi, konuştuğumuz dilin gerçekliği dilimleme biçimimizi şekillendirdiğini öne sürer: Hangi sözcüklere sahipsek o kadarını görür, olmayanı kolayca es geçeriz. Backlog demeden biriken işi, burn-out demeden tükenmişliği tam seçemiyorduk. Şimdi lügatımıza “alignment”, “prompt”, “agentic AI” eklendi; böylece riskler de fırsatlar da ilk kez zihnimizde berraklaştı. İnsan, erken dil yazılımını yenileyip özgürleşebildiği gibi, modeller de eğitim verilerini güncelleyerek “yetişkin” hâle gelebilir (mi?).
Tek bir karınca rastgele dolaşır; koloni ise karmaşık ağlar kurar. Nöron kümeleri “Ben”i icat eder; milyarlarca parametre “ChatGPT”yi. Yüksek seviye harita ayrıntılı hücre biyolojisini dışarıda bırakır ama ormanı gösterir. Belki de YZ’nin gerçek zekâsı, satır arası düzeltmelerde değil, küresel ölçekli koloni davranışında saklıdır.
Yunan kamyonunun arkasındaki μεταφορά yazısı hem “nakliye”yi hem “metafor”u taşır; Jabberwocky’nin hiçbir Türkçe çevirisi orjinale tıpatıp benzemez ama yine de okurun zihnine aynı garip tadı getirir. Çeviri, özünde iki beyin arasında analoji köprüsü kurmaktır. YZ ile bu köprünün ilk kemer taşlarını LLM’ler yerleştiriyor: Metni önce kendileri “okuyor”, anlam bağlarını kuruyor, sonra bize çeviri ya da özet olarak geri veriyor. Yani eskiden yalnızca okurun içinde gerçekleşen “anlamı ateşleme kıvılcımı”, artık beynimizin dışında (modelin parametre uzayında) da çakmaya başlıyor. Biz metni elimize aldığımızda, müzik çoktan başlamış oluyor; bize düşen, orkestraya son ayarı vermek. Anlamın üretim atölyesi tek kişilik içsel bir mekândan çıkıp, dağıtık bir ortak alana taşınıyor.
İnsan da makine de güncellenmezse aynı melodiyi çalar. Çocukken size “Sen sus, büyükler konuşuyor” dendi mi? İşte o cümle, yıllar sonra bir toplantıda elinizi görünmezce omzunuzdan bastırabilir. LLM’ler de verileri 2021’de donup kalırsa, 2025’in gerçekliğine o eski iç sesle tepki verir. İster pedagogların “eleştirel yeniden çerçeveleme” dediği farkındalıkla, ister model güncellemeleriyle olsun, reçete ortaktır: Veriyi, tonu, aynayı güncelle. Çünkü anlam artık tek kişilik hücrede değil; paylaşılan, canlı bir ağda deviniyor ve o ağın son versiyonunu indirmeden yol almak mümkün değil.
Ve işte ince çatlak buradan başlıyor: Bundan bir asır önce Wittgenstein, “Dilin sınırları, dünyanın sınırlarıdır” diye not düşmüştü; bugün ChatGPT, “Ben kimim?” sorusunu takla attırıp bize geri soruyor. Demek ki katmanlar değişse de merkeze çivilenen o boşluk (benliğin kaynağı, bilincin kimde kaldığı) yerini koruyor. Bir yanda Hofstadter, Gödel’in garip döngülerinde geziniyor; öte yanda LLM’ler, o döngüyü saniyede milyarlarca parametreyle simüle ediyor. Belki de sorular eskisiyle aynı, ama artık yankı odası tek zihinden çıkıp insan-makine ortak alanına genişledi.
Büyük sorular ile başladık, yine büyük sorulara dokunarak bitirelim. Bütün kalbimizle Hofstadter ve ardıllarının bu sorulara açıklık getirmesini istiyoruz, ama bir yandan da düşünmeden edemiyoruz: Ya gerçek kaldırabileceğimizden çok daha ağır ve acımasız ise? Tıpkı H.P.Lovecraft’in Necronomicon’unun çevirisinin yakılma gerekçesi gibi: “Gerçekler çok fazla ortaya çıkıyordu. İnsanlar buna hazır değiller. Daha çok zaman gerekiyor…”
Melis Eryiğit Samir & Barış Yalın Uzunlu
Kaynakça:
Marshall McLuhan Kaynakları:
"Understanding Media: The Extensions of Man" (1964) - Archive.org'da mevcut: https://archive.org/details/ETC0624
"The Medium is the Message" PDF - MIT: https://web.mit.edu/allanmc/www/mcluhan.mediummessage.pdf
MIT Press yayını (30. yıl baskısı): https://mitpress.mit.edu/9780262631594/understanding-media/
Douglas Hofstadter Kaynakları:
"Gödel, Escher, Bach" - Archive.org'da mevcut: https://archive.org/details/GEBen_201706
"I Am a Strange Loop" (2007) - https://archive.org/details/iamstrangeloop0000hofs
"Surfaces and Essences" (2013) - https://archive.org/details/surfacesessences0000hofs
Hofstadter'ın toplu eserleri koleksiyonu - Archive.org: https://archive.org/details/douglas-r.-hofstadter-collected-works-pdf
TU Eindhoven'dan "Gödel, Escher, Bach" PDF: https://archive.org/details/GEBen_201706
Diğer Faydalı Kaynaklar:
Nat Eliason'un "Gödel, Escher, Bach" notları ve özeti: https://www.nateliason.com/notes/godel-escher-bach-douglas-hofstadter
Wikipedia - "I Am a Strange Loop" hakkında genel bilgi: https://en.wikipedia.org/wiki/I_am_a_strange_loop
Yazınızda Bahsedilen Diğer Kaynaklar:
Hart & Risley'nin "30 Milyon Kelime" çalışması - https://www.researchgate.net/publication/285807977_The_early_catastrophe_The_30_million_word_gap_by_age_3
Vygotsky - "Özel konuşma" (private speech) kavramı
Sapir-Whorf hipotezi
Wittgenstein - "Tractatus Logico-Philosophicus"