Erich Fromm'a Göre Otoriterliğe Yönelimin Psikolojik Kökenleri: Almanya Örneği
“İnsan, özgürlükten korkar mı?”
Bu sorunun cevabı, 20. yüzyılın en derin düşünürlerinden biri olan Erich Fromm’a göre kesin bir “evet”tir. Fromm, özellikle Nazi Almanyası deneyiminden hareketle, bireylerin neden baskıcı ve otoriter liderlere yöneldiğini anlamaya çalışmıştır. Günümüzde de Almanya’da ve Avrupa genelinde otoriterliğe meyilli söylemlerin güç kazanması ve global ahenkteki kırılmalar, Fromm’un analizlerinin güncelliğini ve önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Özgürlükten Kaçış: Demokrasi Korkusu mu, Belirsizlik Korkusu mu?
Erich Fromm’un Özgürlükten Kaçış (Escape from Freedom) adlı eseri, Nazi Almanyası’ndaki kitle psikolojisini açıklamak için kaleme alınmıştı. Ancak bu kitap, sadece geçmişi değil, geleceği de anlamamız için bir pusula niteliği taşıyor.
Fromm’a göre, modern birey özgürleşse bile yalnızlaşmıştır. Birey din, aile, sınıf yapıları gibi geleneksel otoritelerin çözülmesiyle kendisini büyük bir belirsizlik ve anlam boşluğu içinde bulur.
Fromm, bireylerin bu boşluğu, şu üç şekilde doldurabileceğini belirtiyor:
• Güçlü bir lidere boyun eğerek kendi benliğinden vazgeçmek,
• Sistemi veya kendini yok ederek özgürlükle yüzleşmekten kaçmak,
• Toplumun beklentilerine tamamen uyum sağlayarak bireyliğini yok saymak.
Peki herkesin içerisinde bir kendini kanıtlama isteği yatarken bireyler neden kasıtlı bir şekilde güçlü bir lidere gücü teslim ederek kendi benliklerinden vazgeçerler? Araştırmacılar bu seçimin kökenlerinin çocukluğumuzdan geldiğini vurguluyor. Çocuklarında otoriter aile veya toplum yapısı içerisinde büyüyen bireylerin çoğu yaşları ilerledikçe tanıdık sistemlere ve hislere geri dönmek istiyor.
Fromm’a göre Alman toplumunun tarihsel olarak otoriter yapılarla (Prusya disiplini, Kaiser rejimi, Nazi iktidarı) iç içe geçmiş olması, bu eğilimlerin sosyo-kültürek yapıda kök salmasına neden olmuştur ve bugün dahi bazı kesimlerde otoriter liderlik arayışının arkasında bu tarihsel psikolojik yapı yatmaktadır.
Sahip Olmak mı, Olmak mı? Tüketim Toplumunda Kimlik Arayışı
Fromm’un bir diğer önemli çalışması Sahip Olmak ya da Olmak (To Have or To Be) adlı eserinde, modern toplumun “sahip olmak” üzerine kurulu yapısının insanları gerçek benliklerinden uzaklaştırdığı savunulur.
Araştırma, Almanya gibi yüksek yaşam standardına sahip bir ülkede dahi bireylerin ekonomik güvencesizlik, göç, iklim krizi ve kültürel yabancılaşma gibi faktörlerle benlik krizi yaşadığını ve bu durumun da onları basit, net ve güçlü mesajlar veren otoriter liderlere yöneltebildiğini ortaya koymaktadır. Bireyler sahip oldukları şeyler tehdit altındaymış gibi hissettiklerinde, onları koruyacak “güçlü bir baba figürü” aramaları Fromm’a göre şaşırtıcı değildir.
Bu araştırmanın yapıldığı tarihten günümüze olan gelişmelere bakılırsa aslında bireyin daha da yalnızlaştığını ve sosyal medyanın da etkisiyle toplumdan soyutlandığını görüyoruz. Aşırı tüketim baskısı, sosyal medyadaki gösteriş kaygısı gibi sosyal normlar sebebiyle artık bireyler hayatı doğal akışıyla yaşamak yerine bir senaryoya teslim ederek hayatlarına dair bir illüzyon yaratmaya çalışıyorlar. Gözlemlediğimiz çoğu hayat ve deneyim aslında birer kurgudan ibaretse de kendimizi karşılaştırmaktan ve eksik hissetmekten alıkoyamıyoruz.
Fromm, çalışmalarında Otoriter Karakter kavramıyla hem bireysel hem de toplumsal düzeydeki otoriter yapıları analiz eder. Otoriter karakter, güce hayranlık duyar, güçlüden yana tavır alır ve zayıfı küçümser. Bu karakter yapısı genellikle çocuklukta, katı aile düzenleri ve cezalandırıcı otorite figürleriyle şekillenir.
Günlük hayatın giderek karmaşıklaştığı, kalıplaşan düzen ve normların sorgulandığı, dijital dönüşümden dolayı bireylerin sürekli yeni yetiler edinmek zorunda kaldığı bu dönemde bireylerin kendilerini geride kalmış hissetmesi de bu kimlik bunalımını artırıyor olabilir. Karmaşıklıktan bunalan bireylerin kendilerine basit çözümler sunan liderleri tercih etmesi de dolayısıyla tesadüf değil.
Almanya gibi düzeni, disiplini ve başarıyı öne çıkaran kültürlerde bu tür karakter yapılarının oluşması daha kolaydır. Otoriter karakter, karmaşık sorunlara basit çözümler sunduğunu iddia eden popülist liderlere kolayca yönelir.
Toplumsal Belirsizlik ve Kolektif Kimlik Arayışı
Fromm’a göre otoriter liderlere duyulan ihtiyaç sadece bireysel psikolojiyle değil, aynı zamanda toplumsal yapıdaki değişimlerle de ilgilidir. Avrupa’da artan göç, kültürel çeşitlilik, küresel belirsizlik ve Avrupa Birliği politikalarının getirdiği karmaşıklık, son zamanlarda bireylerin kolektif bir kimlik arayışına girmesine neden olmuştur. Bu durumda “ulusal değerler”, “kültürel saflık” gibi söylemler cazip hale gelir. Nitekim Brexit ile İngiltere’de alevlenen ulusal dalgalarının günümüzde Almanya dahil Avrupa Birliği’nin çoğu ülkesini tek tek etkisi altına aldığını gözlemliyoruz.
Bu tür söylemler, güçlü bir ulusal birlik vadeden otoriter figürler tarafından sıkça kullanılır. Birey, karmaşık gerçekliklerden kaçmak için, geçmişin idealize edilmiş bir versiyonuna sığınır. Fromm’a göre bu, gerçek özgürlükten kaçışın ta kendisidir.
Bu Gidişat Nasıl Değiştirilebilir? Fromm’un Önerdiği Çıkış Yolu
Her ne kadar Fromm araştırmasını Alman toplumu özelinde gerçekleşse de çıkarımların temel haklar ve belirli bir yaşam kalitesinden vazgeçerek ısrarla otoriter yapıları tercih eden tüm toplumlar için geçerli olduğu varsayılabilir. Nitekim bu tercihin sadece lider tercihi ile sınırlı kalmayıp eş/partner, kariyer tercihi ve hayat tarzı gibi çok farklı konuyu doğrudan etkilediğini hesaba katmak gerekir.
Bu sebeple aslında bireylerin çoğu kararının kendi kararları olmadığı ve geçmişten izler taşıdığı dünüşünülebilir.
Peki bu döngü nasıl kırılabilir?
Fromm’un gidişatın değiştirilmesi için önerileri kapsamında yapılabilecekler günümüze şu şekilde uyarlanabilir:
• Eleştirel düşünme kültürünün yaygınlaştırılması: Eğitim sistemleri, bireyin sadece bilgi edinmesini değil, anlam üretmesini teşvik etmelidir. Bu noktada ezbere odaklı sistemlerin anlama, analiz ve tartışma kültürü odaklı sistemlere dönüştürülmesi çocukluktan gelen kalıpları kırabilir. Sistemler bu değişimi desteklemese bile aileler evde çocuklarına söz hakkı tanıyarak ve onlara fikir tartışma ve doğru iletişim yöntemlerini öğreterek topluma bireysel katkılarını sunabilirler.
• Bireysel sorumluluk ve özgürlük bilinci geliştirilmesi: Bireyler, hayatlarını başkalarına emanet etmek yerine kendi kararlarını alma cesaretini kazanmalıdır. Bireylerin çocukluktan itibaren sorumluluk alması ve problemleri çözmek için teşvik edilmesi onları daha hedefli, duyarlı bireyler haline getirecektir.
• Toplumsal dayanışma için çalışmalar: Otoriterliğe zemin hazırlayan yalnızlık ve yabancılaşma, ancak samimi ve eşitlikçi topluluklarla aşılabilir. Özellikle sosyal medya, ana akım medyadaki ayrıştırıcı kültür ve dijital dezenformasyonun mesafeleri artırdığı bu dönemde bireylerin kendilerini yalnız ve çaresiz hissetmesi çok normal olarak görülmelidir. Her bireyin birleştirme ve bağları güçlendirme için elinden geleni yapması, küçük topluluklar ve dayanışma faaliyetleri ile mikro topluluklara fayda sağlamaya çalışması kısa vadede büyük değişiklikler yaratabilir.
• Ekonomik güvenliğin sağlanması: Ekonomik ve politik belirsizlik dönemlerinde bireylerin otoriter liderlere yönelme ihtimali artmaktadır. Sosyal devlet mekanizmaları bu boşluğu doldurabilse de bu mekanizmaların olmadığı ya da fonksiyonlarını kaybettiği toplumlarda diğer politikacıların ve STKların topluma gerekli güvenceyi vermesi gerekmektedir.
• Farkındalık: Son olarak, bireyin içerisinde sıkışıp kaldığı kalıpları fark ederek bunları kırmaya çalışması bile toplumu özgürlüğe yaklaştıran bir hareket olacaktır. Aileden gelen travma ve toplumsal baskıların bireyce fark edilmesi ve iyileştirilmeye çalışması, nesiller boyunca sürecek kırılmaların önüne geçecek en büyük devalardan biridir. Bireylerin bireysel kararlarının ardındaki sebepleri irdelemeleri zamanla nesillerden nesillere aktarılan duygusal yüklerin ve toplumsal kırılmaların önüne geçebilecek bir iyileşme yaratabilir.
Erich Fromm’un analizleri, bireyin içsel dengesizliklerinin ve toplumsal yapının birlikte nasıl otoriterliğe zemin hazırladığını gösteriyor. Ancak aynı zamanda şu mesajı vurguluyor: Özgürlük, kolay bir yol değildir ama mümkündür. Gerçek özgürlük; bireyin olgunlaşması, kendiyle yüzleşmesi ve başkalarıyla eşitlik temelinde bağ kurmasıyla mümkündür.
Bugün Almanya’da (ve dünyanın birçok yerinde) otoriter eğilimlerin yeniden yükseliyor olması, sadece siyasi bir mesele değil, insanın varoluşsal bir krizidir. Fromm’u okudukça anlıyoruz ki; çözüm, başka bir lidere değil, başka bir insanlık anlayışına ihtiyaç duymakta.
Ş. Elif Kocaoğlu Ulbrich, LL.M., MLB