Bu yazıda, kültür ve sanat dünyasında yer alan önemli yazarlardan ve araştırmalardan referans vererek gerçekten iyi bir yazar olmaya doğru giden yolculuğa çıkış anından sonra neler yapılması gerektiğiyle ilgili samimi bir sohbet gerçekleşiyor. Onların perspektifinden aktarılan yazı, özellikle kariyer yaşamındaki yazma motivasyonunun peşini bırakmayan yazarlar, gerçekten de yazar olmadan önce bir benzetme olan ‘Atlantik’i Nasıl Geçtiler?’ sorusuna yanıt arıyor. Örneğin, başarılı olamama korkusu güden bir yazarın neyin gücünden ilham alarak yetenek yönetimi ve gündelik yaşamı ile ilgili kurduğu dengenin önemini nasıl koruyor? Ve eşitlik ilkesini sağlayarak nasıl başarının anahtarını edindiğini anlatıyor. İçerisinde bulunduğumuz yeni çağda çalışmanın getirdiği dönüştürücü deneyimler sonucunda yazar olabilir miyiz? Aynı zamanda, kendi iç seslerini paylaşma ve söylenmeyeni dile getirme itkisine sahip olan bu cesaretli insanlar sayesinde gerçekten yazar olmak isteyen kişilerin hayallerini gerçeğe dönüştürmek isteyen nasıl maddeler yer alıyor? Öyleyse bu mesleğin sürdürülebilirliğini nasıl sağlıyorlar? Dolayısıyla, yazının içeriği bizlere kendi kariyerlerini ustalıkla kuran, doğru yapmanın zevkini bu yolda öğrenmenin ve tüm bu tür şeylerin ilham verici bir insan haline gelirken nasıl hissettirdiğini değiniyor. Özellikle, iş dünyasında kendi alanlarında ilk olan, özgün çizgileriyle kariyer hayatının ritmini tutan yazarlar nasıl oluyor da tarih boyunca dünyada yaşanan problemlerden dolayı sesi kısılan, cesaretini yitiren ve öz güveni düşen bireylerin peşini bırakmadan onların sesi olabiliyorlar? İşte yazar olmanın yollarından yalnızca 8 tanesi;
İyimser Kalın
The Guardian yazarı Hannah Seo’nun What does it mean to be likable – and who has to abide by those rules? adlı yazısında “Kuzey Carolina'da yaşayan bir terapist ve yazar olan Nedra Glover Tawwab, tanım gereği sevimli olmanın, sizi hoş ve büyük ölçüde kabul edilebilir bir insan yapan niteliklere sahip olmak anlamına geldiğini söylüyor. Ayrıca hoş karşılanabilir olmak ve akışa ayak uydurabilmek gibi sempatiyle örtüşebilecek bazı kişilik özellikleri de var. Başkalarıyla etkileşimde mizah, kişisel farkındalık ve vicdanlılık da birbiriyle ilişkilidir.” diyor. İletişimde olduğumuz kişiye karşı iyimserlik beslemememiz bir bakıma yeni fikirleri duymamızı sağlıyor. Öyle ki bazen, aklına estikçe başkalarını analiz eden, aşağı gören, öğretmen edasıyla herkese haddini bildiren ya da kendinin diğer bireyden üstün gören insanlardan olmayı istemiyorsanız iyimser kalarak yaşamı dinlemeyi öğrenmenin kazanımlarını sağlamamız gerekiyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, insanlar yalnız kendini seven, başkalarının yaptıklarını aşağı çeken ve birçok yeteneği olmasına rağmen halkın yeteneklerini küçümseyen yazarların yazım stilini dürüst ve işe yarar bulmuyor. Pozitif olan kişilerse, gözlemci konumuna geçerek en kabul edilemez ya da marjinal fikirleri bile yakalama şansına varıyor.
Ortak Geleceği Düşleyin
Yazar Balzac ise Duyu, Gelecek adlı yazısında yer alan şu sözüyle “Geleceği merak etme, nasıl olsa gelecek. Ama geçecek olanı iyi düşün, çünkü aklından silinmeyecek.” diye yazarak bizlere zamanın değerini hatırlatıyor. Çünkü ortak geleceği tahmin etmenin en olağan, doğru ve şeffaf yolu şimdiki zamanı iyi dinlemeyi, sakince karar vermeyi ve de sizinle aynı yolu yürüyen insanların global seviyede neleri başarmak istediklerine teker teker odaklanmak olduğu aşikâr. Böylece havayı koklamamız ortak geleceği tahmin etmekte büyük bir rol oynuyor.
Kitap Okuyun
Hoot Design Company tarafından yayımlanan 7 Reasons to Start an Office Book Club adlı yazıda ise “Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, okumak hayal gücünüzü çalıştırmanıza olanak tanır. Hikâye okuyarak zihninizde yeni dünyalar kurabilir, bu süreçte yaratıcılığınızı ve empati yeteneğinizi geliştirebilirsiniz. Okumak aynı zamanda size yeni kelimeler ve ifadeler öğreterek dil kapasitenize de yardımcı olur. Emory Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma da okumanın beyin bağlantısını geliştirebildiğini ve bunun da beyin fonksiyonlarını iyileştirdiğini gösteriyor.” diye bahsediyor. İş yerinde kitap okumanın aslında çalışanın kendini dinlemesi, hatta dinlendirmesi oluyor. Anlık da olsa varoluşsal krizlerini azaltıyor. Çalışanın masasında bir kitap olması ise düşünsel sürecini rahatlatarak endişe, kaygı gibi duyguları aniden hafifletiyor. Hatta ofis içi etkinlik yöneticisi tarafından kitap kulüpleri kurularak harika birer tartışma alanı oluşturulabiliyor. Böylece tartışma esnasında başkasının düşüncesini, hatta hikayesini ya da hatırasını dinlemek için yeni bir fırsat doğuyor.
Sakin Bir Köşe Bulmanın Cazibesi
University of Minnesota Libraries Publishing’de yayınlanan Why Listening is Diffucult başlıklı yazıya göre “Gürültü, dinlemeyi engelleyen en büyük faktörlerden biridir; bir mesajı dikkate alma ve anlama yeteneğinizi engelleyen herhangi bir şey olarak tanımlanabilir. Gürültünün pek çok türü vardır, ancak topluluk önünde konuşma durumlarında karşılaşmanız en muhtemel dört tanesine odaklanacağız: fiziksel gürültü, psikolojik gürültü, fizyolojik gürültü ve anlamsal gürültü.” diye yazıyor. Bu da doğal olarak, bizlere daha sakin olmayı sağlayan ve de iş yerinde öğrendiklerimizi, sakin bir köşeye çekilip pekiştirdikten, yani kendimizi dinledikten sonra çevremize değer katmak için büyük ölçüde kullanmak anlamına geliyor.
Müzelerde Anlam Bulun
Günümüzde hala herhangi bir bilgiyi bulmak oldukça derinlik isteyen bir konu. Araştırmalar, yazışmalar, e-postalar, buluşmalar ise cabası. Bunun içinde uzun zaman üzerinde çalışılmış, bilgi toplanmış projeleri sunan bir yerde bulunmak kendimize dair bir şey bulmak için elzem. Kendimizi tanımamız içinse böyle yerlerde vakit geçirmek çok değerli. Yazar Orhan Pamuk ise Storytel Mag’de yayınlanan yazıda dünya çapında ses getiren kitabı Masumiyet Müzesi’nden şu sözleri yer alıyor “Hayatta en büyük teselli budur. Kalpten gelen dürtülerle yapılmış ve iyi kurulmuş şiirsel müzelerde, sevdiğimiz eski eşyalarla karşılaştığımız için değil, zaman kaybolduğu için teselli oluruz.” diyor. Diğer yandan ise yine Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan aynı adlı kitapta “Gerçek müzeler, zamanın mekâna dönüştüğü yerlerdir” diye söylüyor. Üstelik, karşımızdakini heyecanlandıran iyi bir anlatıcı olmadan önce, iyi bir dinleyici olmak için kendi içsel yolculuğumuzu keşfetmek harika bir başlangıç. Buna bağlı olarak, müzeler bize sundukları bilgiler ışığında kendimizden bir şeyler fark etmemizi sağlayan yegâne yerler.
Açık Fikirli Olun
Sevilen yazar Asaf Halet Çelebi ise Yapı Kredi Yayınları’nın Türkçeye kazandırdığı Bütün Şiirleri adlı kitabında yer alan Radyo adlı şiirde “İçimin sıkıntısı, bütün kutuları kırmak istiyor.” diye söylüyor. Özellikle bu, özgürlüğün ve cesaretin dönüşümü sayılan ‘kendi kabuğunu kırma’ tabirini içeriyor. Yine de markalar son dönemde açık fikirli olduğunu savunsa da kendi bildiğinin en doğru olduğunu anlatan motivasyon konuşmalarıyla çığır açıyorlar. İyi bir hitabetle ikna etme çabaları ve icraat arasında şeffaflık farkı bulunsa da açık fikirli olmanın yararı çok fazla. En azından denemeye değer birçok yeni fikrin henüz denenmeden çöpe atılmasının bir faydası yok. Hatta günümüzde, oldukça katı bir tutum sergileyen firmalar bir süre sonra aynı şeyleri yapmaktan öteye geçemediğinden dolayı baş döndürücü bir biçimde piyasadan silinip gidiyor.
Soru Sormak Sanattır
Thinking Museum yazarı Claire Brown’un Learn How to Ask Good Questions adlı yazısında “…ancak kısa bir araştırmadan sonra düşüncelerim doğrulandı; çoğu inanılmaz derecede sıkıcı görünüyordu ve soruların sınıflandırmalarına veya belirli durumlara yönelik sorgulamalara (satış sunumları) odaklanmıştı. Soru sorma yeteneğimizi kaybetmiyoruz, sadece onu çok fazla kullanmıyoruz veya 'alıştırmıyoruz'. Yaşamın ilerleyen dönemlerinde insanlar, sorulardan ziyade yanıtlar beklemeye eğilimlidirler. Warren Berger, iyi soruların gerçek meraktan çıktığına inanıyor. Ancak yaşlandıkça doğal merakımızın çoğunu kaybederiz ve bunun sonucunda daha az soru sorarız.” diyor. Öyle ki, bir fikri gerçekten anlamaktan öte olan daha derin bir merak anlayışına sahip olmamız önem arz ediyor. Ve okurun ruhuna dokunan, hatta yazacağımız hikayelere malzeme bulmamızı sağlayan sorular sormaktan geri durmamamız gerekiyor. Böylece doğru soruları sormanın paha biçilemez değeri iyi bir dinleyici olmamız oluyor. Soru sorma becerimizi ise geliştirmeliyiz. Önceden deneyip soru sorma esnasında başarısız olduğumuz şeyler, aslında birikerek bizi bu konuda daha olgunlaşmış bir birey haline getiriyor. Belki bu vesileyle, bu yolculuk esnasında doğru soruları sorarak bizlere yeni iş fikirlerimizi uygulanabilir hale getirmek için başkasından aldığımız geri bildirim sayesinde gerçek cevapları veriyor.
İlham Verici Olmak İçin Seçici Olun
World Economic Forum tarafından yayınlanan 8 Things Successful People Do Not Do Every Day adlı yazıya göre yazar Jeff Haden şöyle söylüyor “Yine de her şeyi yapamazsınız. Her şeyi yapmamalısın. Aslında başarı, çoğu zaman yaptıklarınızdan çok, yapmamaya karar verdiğiniz şeylere bağlıdır. Ayrıca hayır demek nadiren beklediğiniz kadar kötü sonuç verir. Çoğu insan anlıyor ve anlamıyorsa ne düşündüklerini çok fazla neden önemsemeli misiniz ki?” Haliyle, dinleyici olmanın en güzel yanı, birçok fikrin arasından en işe yarar olanı seçebilme yetisi kazanmamız oluyor. Misal, ortaya koymayı istediği fikrin diğer firmalara göre ne kadar kaliteli ve farklı olduğunu saptayarak rakiplerinden o derece sıyrılabiliyor. Bu yüzden, önce etrafını dinleyip daha sonra ortaya sunacağınız oluşumun kalitesini yüksek tutmayı istiyorsanız seçici olun. Üstelik düşünürseniz, ilham aldığımız her girişim, kendi alanında başarılı olmak için birtakım bedeller ödemiş oluyor. Bu bedellerin bir çoğuysa bazen her şeyi beğenmemekten geçiyor. Hatta, yeri geldiğinde kendimizi yetersiz hissetsek bile bu inatçılığı sürdürmemiz ulaşacağımız hedef için oldukça sağlıklı bir davranış sayılabiliyor. Dolayısıyla, bunu amaç edinen kişiler en iyisini yapmaya yeltendiğinden yazılarında sadece en kayda değer olan fikirleri işlemeye çabalıyor. Bu da yazılarınızın değerini arttırmayan fikirleri hızlıca elemenizi sağlıyor.
Aslında bir yazarın yolculuğunun en güzel bir yandan da başarıdan, sonuç elde etmekten ya da milyonlarca insanın onu takip etmesinden çok daha öte bir şeydir. O da, gerçekçilik ve en önemlisi de hayal gücünü üstüne ekleyebileceği sahici, tatlı, masumca dürüstlüğe yakınlıktır. Çünkü küçültmeyi reddettiği bir rüyadır aslında öğrendiği gerçekler ve onu gelişmeye iten de her şeyiyle peşinden koştuğu bütün o hikayelerdir. Ve dürüstlükle yaşadığınızda, gerçek her aman sizin tarafınızdadır. Ve bu sahiden de elde edilebilecek neredeyse hem felsefi hem de insani olan yüce bir güç gibi görünüyor. Sanırım yükseliyoruz ve yeni başlıyoruz! O halde dünyadaki her yazar adayına selam olsun!
Ezgi Özsan