Almanya’da 23 Şubat 2025 tarihinde gerçekleştirilen federal seçimler, ülkenin siyasi ve ideolojik dengelerindeki önemli kırılmaları gözler önüne sermektedir. Muhafazakâr CDU/CSU ittifakının seçimleri önde tamamlaması beklenen bir sonuç olmakla birlikte, aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin ikinci sıraya yükselmesi, Avrupa’daki siyasi dönüşümlerle bağlantılı olarak değerlendirilmektedir.
Almanya’nın son yıllarda yaşadığı ekonomik kriz, seçmenlerin politik tercihlerinde belirleyici bir etmen olmuştur. Enflasyon oranlarının yükselmesi, enerji fiyatlarının artması ve iş güvencesinin zayıflaması, orta sınıfın giderek daha fazla ekonomik kaygı taşımasına sebep olmuş, bu durum geleneksel olarak merkez sağ ve merkez sol partilere yönelen seçmen kitlesinin aşırı sağa kaymasını hızlandırmıştır. Ekonomik belirsizlik, toplumsal hoşnutsuzluğu tetiklemiş, CDU/CSU’yu yeniden birinciliğe taşırken AfD’nin yükselişini de desteklemiştir. Özellikle işsizlik oranlarının artışı ve konut krizinin derinleşmesi, seçmenin sisteme duyduğu güvenin azalmasına neden olmuştur.
Avrupa’da aşırı sağın yükselişi, Almanya’daki seçim sonuçlarıyla paralellik göstermektedir. İtalya’da Giorgia Meloni’nin başbakanlık koltuğuna oturması, Fransa’da Marine Le Pen’in giderek artan popülaritesi ve İsveç’te sağ popülistlerin hükümete olan etkisi, kıtanın politik eğilimlerindeki kaymayı doğrulamaktadır. Almanya gibi ekonomik ve siyasi olarak Avrupa’nın merkezinde yer alan bir ülkede, aşırı sağın ikinci büyük parti konumuna gelmesi, Avrupa’daki popülist dalganın en somut göstergelerinden biri olarak değerlendirilebilir. Göçmen karşıtı söylemler, milliyetçi politikalar ve AB’ye duyulan güvensizlik, AfD gibi partilerin temel politik enstrümanlarını oluşturmuş, bu söylemler giderek daha geniş bir seçmen kitlesine hitap etmeye başlamıştır.
AfD’nin aldığı oy oranı, Alman demokrasisinin yapısal dinamiklerinde köklü değişimlerin habercisi olabilir. Özellikle AfD’nin Doğu Almanya’da güçlü bir taban oluşturması ve genç seçmenler arasında giderek daha fazla destek bulması, partinin yalnızca marjinal bir hareket olmaktan çıkarak kurumsal bir güç haline geldiğini göstermektedir. CDU lideri Friedrich Merz’in, aşırı sağcı söylemleri ödünç alarak politika yapması, merkez sağın radikalleşmeye ne ölçüde açık olduğunu da göstermektedir. CDU’nun, AfD seçmeninden oy alabilmek adına göçmen politikalarını sertleştirmesi, Almanya’daki liberal demokratik normların sınandığını ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda, liberalizmin tükenişi üzerine tartışmalar da yeniden alevlenmiştir. AfD gibi partilerin yükselişi, yalnızca ekonomik kaygılarla değil, liberal değerlere duyulan güvensizlikle de doğrudan ilişkilidir. Liberal demokrasinin temel ilkelerinin aşınması, Avrupa’daki siyasi kutuplaşmayı derinleştirerek aşırı sağın kurumsallaşmasını hızlandırmaktadır.
ABD’deki Trump etkisinin Almanya seçimlerine yansıması da dikkate değerdir. Trump’ın Avrupa siyaseti üzerindeki nüfuzu, yalnızca ABD-Almanya ilişkileri açısından değil, sağ popülist hareketlerin koordinasyonu açısından da önem arz etmektedir. Trump’a yakın isimlerin AfD’ye yönelik olumlu mesajlar vermesi, sağ popülist partilerin uluslararası düzeyde bir dayanışma içerisinde olduğunu göstermektedir. Almanya’da ABD’nin tutumu, geleneksel olarak liberal değerlerin korunması yönünde şekillense de, Trump çizgisindeki aktörlerin aşırı sağa meşruiyet kazandırma çabası, Alman siyasetinde önemli bir tartışma konusu olmuştur.
Son olarak, Almanya’nın dış politika yönelimi, seçim sonuçlarıyla birlikte daha da önem kazanmaktadır. Ukrayna’ya yapılan askeri yardımların devam edip etmeyeceği, Almanya’nın NATO ve Avrupa Birliği içindeki pozisyonunun nasıl şekilleneceği belirsizliğini korumaktadır. CDU/CSU’nun iktidara gelmesi, Almanya’nın transatlantik ilişkilerini yeniden güçlendirme çabası içinde olabileceğini gösterse de, iç politikadaki baskılar ve aşırı sağın etkisi bu süreci sekteye uğratabilir. Almanya’nın Avrupa Birliği içindeki rolü, yeni hükümetin atacağı adımlarla şekillenecek ve kıtanın genel istikrarı açısından belirleyici olacaktır.
Almanya’daki bu seçimler, yalnızca ülke içindeki politik eğilimleri değil, Avrupa’nın genel siyasi atmosferini de yansıtmaktadır. Ekonomik kriz, aşırı sağın yükselişi, liberalizmin sorgulanması ve uluslararası ilişkilerdeki dönüşümler, Almanya’nın gelecekteki siyasi yönelimlerini belirleyecek temel faktörlerdir. CDU/CSU’nun hükümeti nasıl kuracağı ve AfD’ye karşı nasıl bir pozisyon alacağı, Almanya’da demokratik normların geleceği açısından kritik olacaktır.
Melis Özyurt
Kaynakça:
Avrupa’da Refah Devleti Çözünürken Uluslararası Göç ve Yeni Sağın Yükselişi: İsveç ve Almanya Örnekleri
Batı Siyasetinde Aşırı Sağın Yükselişi Ve Hakikat Sonrasının Araçsallaştırılması
BBC Haber
Euronews